Deprem bölgesine yardım için “Ne yapabiliriz?” sorusuna mimarların, tasarımcıların, STK’ların, kültür sanat kurumlarının verdiği cevapları bir araya getireceğimiz söyleşi serisinin ilk konukları Murat Germen ve Ali Dur oldular.
Antakya sergisi, Metrohan
BA: Ortak Akıl - Antakya demişken. Antakya için farklı platformlar kuruldu; Hatay Ortak Meselemiz, Yeniden Antakya Platformu Derneği. Diğer taraftan da Çevre, Şehircilik Bakanlığı’nın yürüttüğü bir proje var. Bu gruplar ortak bir noktada buluşabilecek mi?
MG: Bu serginin amacı biraz oydu. Böyle bir amaç taşımak bunu gerçekleştirebileceğimiz anlamına gelmiyor ama en azından bu durumdan herkes şikâyetçi. Bir kere Antakyalılar zaten bu konuda çok tedirginler. “Bizi işin içine sokmadan, siz nasıl bizim kentimizi yapabilirsiniz? Biz işin içinde olmadan bu iş olmaz” diyorlar.
Ama tabii, daha önceki örneklere, mesela Sur’daki duruma bakarsak, orada işlerin tepeden düşme bir şekilde yürüdüğünü gördük. Dayatıldı ve yapıldı.
AD: İşte, akıl ortak olmayınca, böyle oluyor; hemen yapmak üzerine kurulu bir akıl, sadece yapı üretmeyi, metrekare üretmeyi bilen bir zihniyet. Elinizde çekiç varsa, her şeyi çivi görürsünüz. O zaman her yeri inşa edilecek bir saha olarak görüyorsunuz. Niyet meselesi değil; kötü bir niyet yok tabi ama çok donanımsız bir tavır. Ortak Akıl’ın ilk toplantılarına ben de katıldım. Organizasyon, zaten bu işin nasıl yapılmayacağına dair kesin bir fikri olup, nasıl yapılabileceğini ve işbirliği modellerini araştıran bir ekip. İlk toplantıda, plancı olarak İlhan Tekeli Hocamız sunum yaptı. İkinci toplantıda biz de Kadir Has Üniversitesi Yüksek Lisans ekibi olarak dışarıdan katıldık. Yapılan son sunumu da biliyorum, oradaki ekip benimle paylaşmıştı. Antakya halkının, Meslek Odaları'nın, yerel örgütlerin de içinde yer alacağı; uydu bir ofisin de orada olacağı bir yapı söz konusu.
MG: Norman Foster’ın da işin içinde olduğu söyleniyor. İnanamıyorum, çok da sevdiğim bir mimardır ama ne alâkası var Antakya ile Norman Foster’ın, anlayamıyorum. Adıyaman deseler bir nebze anlayacağım.
BA: Bünyamin Derman ve ekibinin ilk yapılan basın toplantısında organizasyon şeması paylaşıldı, Foster&Partners Proje Yönetimi’nde yer alıyor.
AD: Onlar da var sanırım, ancak benim gördüğüm şemada yerel ofisler de var. Nasıl olacak bilmiyorum. Bakın burası Antakya, herhangi bir yer değil diye yola çıkılıyor. Paydaş sayısı ve çeşitliliği beni açıkçası mutlu etti. Ben daha önce böyle bir şey görmedim Türkiye çapında. O bir örnek teşkil edebilir. Zaten oradaki dert “Her yeri biz inşa edelim” değil, “Biz bir model ortaya koyalım.” Çünkü olay tasarım meselesi değil…
Ben de ilk haftasında bizim stüdyonun araştırma kısmında yer aldım. Alternatif mimarlık pratikleri ve önemli ekipler, afet sonrası kısa-orta-uzun dönemleri düşünerek nasıl reaksiyonlar vermiş, diye baktık. Kendi bildiğim, güvendiğim akademik kaynakları, öğrenciyken bizim de incelediğimiz örneklerin bulunduğu kitapları, derlemeleri inceledik; bizim Fakülte'den yurtdışında bu işlere hâkim insan ve ofislerle bağlantısı olan insanlarla konuştuk; birlikte sunumlar hazırladık. Buradaki derdimiz, gerçekten tasarımın niteliği ya da içeriği ile alâkalı değil; birlikte tasarlama ve bir şeyi gerçekleştirme modeli. Bir şema içinde hangi paydaşlarla nasıl bir araya gelmek lâzım? Bunun gerçekleştiği yerlerde hangi aktörler, nasıl rol oynamış?... Bunlara bakılmalı. Türkiye’ye ait olan, bize göre bir modelin olması lâzım.
MG: Zamanla yarışıyoruz ama burada zamanla yarıştığınızda, öbür tarafta bir şeyi hemen yapmak isteyen, hemen birilerine davet yollanan ve yine kapalı kapılar ardında, yine bir ofisin becerisine kaldığımız, önceden el sıkışılan bir süreç var. Öbür tarafta da, bu iş, biraz daha yavaş ve sakince ele almaya uğraşan bir çalışma… Onların birkaç online toplantısına katıldım. Kuvvetli bir ekip var, 1-2 haftadır okulda yoğunluğum var ama “Ortak Akıl ne âlemde?” diye soracağım.
AD: Yerel yönetimin paydaşları var ve olmalılar da; olayın amacı zaten yerel yönetimi ve aktörleri de katmak. Çünkü işin sonunda oraya geliyorsunuz. Bir de merkezi yönetim var, büyük baskı yapan, orada kendini yerelin üzerinde görmeye çalışan. Bu da politik bir mesele. Bir PR da dönüyor ister istemez.
İTÜ Restorasyon Programı Arşivi, Antakya sergisi, Metrohan
“Bana balık verme, balık tutmayı öğret”
MG: Bir şeye daha dikkat çekmek istiyorum; Herkes için Mimarlık’ın da sözünü ettiniz, oradan hareketle. Yıllar önce tanıdığım, hatta gidip şahsen görme fırsatım olan bir çalışmadan bahsedeceğim. 93 yılından bahsediyorum: Pakistan’da Arif Hasan diye bir mimar var. Karaçi şehrinin Orangi adında berbat durumda bir mahallesi var. Sokaklarda kanalizasyon akıyor. Buranın iyileştirilmesi projesi; daha sağlıklı, daha hijyenik koşullarda yaşanabilecek bir mimari ve kent düzenlemesi oluşturmak söz konusu. Arif Hasan; “Ben burada emredici ve üstten bakan akıl olmak istemiyorum. Ben size ‘bu evleri yaptım, burada yaşayın işte!’ gibi bir buyurgan tavır istemiyorum” diyor. Bunun yerine, çok kolay kalıba dökülebilecek ve üretimi de kolay, dolayısıyla sadeliğinden dolayı da aslında brütalist mimarlıktan da çok uzak durmayacak bir ön dökümlü bina elemanları tasarımı yapacağım ve onları bir ev oluşturmak için nasıl bir araya getirilebileceğini göstereceğim, diyor. Bir sürü genç mimar ve mimar adayı belki öğrenciler de vardı işin içinde, bunu oradaki insanlarla üretiyorlar; mesela 40-50 yaşlarında bir adamın atölyesi vardı, orada prekast bina elemanları dökülüyordu. İnsanlar da ev yapmak istediklerinde oradaki çeşitli yönergeleri izleyerek, “Şu ebatta bir ev yapmak istiyorum, şu şu elemanlara ihtiyacım var” diyerek alıp evlerini bir şekilde kendi inşa edebilecekleri bir sistemdi. Klişe ama güzel bir laf vardır ya; “Bana balık verme, balık tutmayı öğret.” Biraz onun gibi. Şunu da unutmamamız lâzım; Türkiye’de kendi evini yapan çok insan var. Bu insanların mimara ve yapı statikçisine para verecek imkânları yok. Olsa da verirler mi? O da ayrı bir tartışma konusu. Türkiye’deki her kişiye, her bireye erişemez mimarlık hizmeti. Dolayısıyla iyi niyetli grupların da ya da buyurgan grupların da insanlara verdiği evler dışında insanların, kendi başlarına evlerini yaptıklarını kabullenmek lâzım.
Bunu birkaç yerde dillendirdim: Böyle ekipler kurulsun, 10 şehir mi var; 10’ar kişiden oluşan ekipler kur. Ben seve seve böyle bir ekipte yer alırım. Fotoğrafları da yanıma alarak, “Bakın burada bu hatalar oldu, böyle yapılsa olmazdı.” vs gibi sunumlar yaparım. Gezdirin bu ekipleri, anlatsınlar, doğru inşaat nasıl yapılır. Adıyaman’da sokakta en az 2-3 kişiye sordum, utana sıkıla da olsa bazen insanlara detayları soruyorsun. İki evin başında depremzedeler vardı örneğin; “bunu ben inşa ettim, müteahhitlerin evleri yıkılıyor, bizim evler yıkılmadı” dediler. Sadece daha doğru dürüst mimari ve belki mimariye de çok girmeden daha doğru dürüst strüktür nasıl yapılır, bu konuda eğitim verilse, o adam zaten doğru bir şekilde yapacak, eminim.
AD: Bu çok önemli bir konu. Bu türde örnek çok var; ben kendim de alternatif mimarlık pratikleri ile ilgileniyorum uzun süredir. Mimarlık pratiğinin, sadece yapmak ve tasarlamak değil; bilgiyi paylaşmak, doğru kişileri bir araya getirmek, yapana eşlik etmek vs. gibi bir sürü farklı görev ve yetisi bulunuyor.
Kaynaklarda incelediğimiz örneklerin çoğu kırsalda ve düşük yoğunluklu yerlerde. Afrika kırsalında, düşük yoğunluklu, az katlı yapıların bir şekilde tekrardan ayağa kaldırılması, kısa dönem veya ara dönem geçici konaklamanın ya da okulların yapılması söz konusu… Ağırlıkla Burkina Faso’da çalışan Francis Kere’nin, aktörleri bir araya getirme, yapı üretme ve komünite oluşturma biçimine dair mimarlık pratiği özelinde önerdikleri var mesela. Bunlar çok güzel örnekler ve kırsalda belki işe yarayabilir ama şehre geldiğinizde; o yoğunluk, yapma baskısı, ekonomik kaygılar başka modeller geliştirmeyi gerektiriyor. Literatürde çok fazla örnek var, Core Housing gibi. Yapının en teknik ve en masraflı temel, donatı ve yapısal çekirdek gibi kısımlarını inşa ettikten sonra; geri kalan, daha gündelik kullanımla ilişkili olan; yani 3 kişilik bir ailenin üretip, 4. kişi geldiğinde bir odayı sonradan çıkabileceği ve genellikle daha hafif ve kolay bulunan malzemeler ve daha basit “low tech” bilgi ile mekanları ekleyebildiği modeller var. Temeli ve çekirdeği inşa edilmiş; geri kalanı, odaları, katları bırakılmış yapılar var. Gerisini kullanıcının yapması hem daha kolay hem de ucuz. Ama şehir dokusuna geldiğinizde; yapı yapma baskısı, ekonomik kaygı ve insan yoğunluğu gibi unsurlar da devreye giriyor. Bu örnekler nasıl adapte edilebilir, bu da planlamanın bir konusu.
MG: Gecekondu bölgeleri genellikle şehrin çeperlerinde olur, sonra şehir büyür, o artık çeper değil, neredeyse merkeze yakın hâle gelir vs. Bunlar bir kenara ama belki en azından gecekondu imâlâtında bu yapılsa…
“Çünkü eninde sonunda mimarlık dediğiniz bir sürü bilgiyi bir araya getirebilme ve paylaşılır kılma becerisi”
AD: Evet, yapılabilir. Bunlar da bir nevi mimarlık hizmeti; bilgiyi paylaşmak. Gerçekten artık yeri geldiğinde sahaya inmek, insanlarla konuşmak, iletişim kurmak gerekiyor. Artık odasında, ofisinde izole çalışan bir mimar değil; tamamen aktivist mimar olma gerekliliği var. Hepimizin, aktivist doktor, aktivist mimar, aktivist mühendis vb. olup başka türlü pratiklerle eylemin içine direkt katılmamız gerekiyor. Pratiklerini kapalı kapılar ardında, bilgisayar başında soyut bir gerçeklikte üretme devri kapandı. Çünkü eninde sonunda mimarlık dediğiniz bir sürü bilgiyi bir araya getirebilme ve paylaşılır kılma becerisi bana göre. Çünkü mimarlık bilgisi zaten artık her yerde gezinir ve göçebe halde, her yerde öğrenebilirsiniz bazı şeyleri. Ama sahaya inmek, sahada bulunmak, o bilgiyi aktarmak; organize olmak; doğru insanları, doğru paydaşları bir araya getirmek; herkesle iletişim kurabilme becerisine sahip olmak gerekli. Mimar, ustayla da konuşmak zorunda ev sahibiyle de, aynı şekilde resmi mercilerle de. İşte böyle anlarda mimarın rollerini ve tavrını değiştirmesi daha da önemli.
O yüzden sizin hem sanatçı hem mimar olarak yaptığınız işler örnek teşkil ediyor. O anlamda da değerli buluyorum içeriğinden bağımsız olarak. Bizim arkadaşların da, Herkes için Mimarlık’ın yaptığı da zaten başından beri başka türlü örgütlenme hâllerini oluşturmak. Köy okulu projelerinde yaptıkları, başka paydaşlarla bir araya gelme, gerekli insanlara bir şeyin başka türlü olabileceğini gösterme, iknâ edebilme uğraşısı… Bunlar önemli bence. Mimarlık pratiği denildiğinde olay proje çizmek değil; o işin yüzde 10’u 20’si artık. Pratik dediğimiz zaten o eylemde bulunma hâli. Sahada olma hâli, telefonda konuşma hâli. Bu işe yarar diyerek, yabancı metni oturup çevirmek meselâ bir mimarlık eylemi. Bir çizim yapmak, fotoğraf çekip belgelemek, Google Street View’in başına geçip, “Bunlar kaybolabilir, biz bunları bir belgeleyelim” demek de eşdeğer bir mimarlık eylemi. Mesleğimizin tanımını genişletmek gerekiyor. Öbür türlü, her şeyi, herkes denedi, diyoruz.
MG: Aslında her şey, her an hepimizin işi olabilir. Böyle bakmak lâzım.
AD: Ya da bir kısmı bugün olmasa da yarın bize düşebilir. Böyle anlarda da, işte bu deprem sonrasında -en başa dönmüş olduk- insanlara birazcık neyin, ne kadar parçası olabileceğini göstermek, bunu bizzat örnekleyebilmek beni sonradan daha da mutlu etmiş olabilir. Bu görevler arasında, başkalarına; dur bir dakika, galiba benim de yapabileceğim bir şeyler var, etkin olabileceğim bir aralık olabilir, dedirtmek; o bulanık ama mümkün açıklığı göstermek de var. Ne yapabilirim? sorusuna; bak galiba şunu yapabilirsin, cevabını verebilmek önemli. Çünkü herkes daha iyi olmak istiyor, kimse üşengeç değil, herkesin enerjisi var; sadece insanlar bu kaos veya karmaşa anlarında neye, ne kadar dahil olabileceğini bilmiyor. Onu organize etmek önemli. O enerji böylece boşa gitmemiş oluyor.
Seçim görevlerinde benim aracılığımla yer alan genç arkadaşlarım, mezun öğrencilerim, sonrasında bunun için teşekkür etmişlerdi. Senin dediğin oldu, dediler. Nedir o? Bir kere o pasif olma durumundan ve sosyal medya ile büyüyen negatiflikten izole oluyorsunuz. Çünkü orada, bana tanımlanmış ve kuralları belirli bir alanda yapabileceğimin en iyisini, maksimumunu yapıyorum. İkincisi de; daha büyük bir şeyin parçası gibi hissettik, diyorlar. O çok önemli bir his. İşleyen bir sistemin bir tarafında yer almak ve diğer tarafları duymak, hissetmek. Çünkü bir sandık, bir okul, sonra ilçe var, il var vs. Seçim örneğinde, ben de seneler önce ilk gittiğimde bunu hissetmiştim. Orada 4-5 kişilik bir kurul var, müşahitler var, bir şeyler işliyor ve katkı sunuyorsun… İşte orası ve katkı sunduğun meselâ demokrasinin en gerçek ve mikro hâli.
BA: Sosyal medya paylaşımınızı hatırladım, sizin ilk turdaki ekipte çok farklı karakterler bir aradaydı.
AD: Ama herkes birlikte çok iyi iş yaptı. İlk seçim tecrübemde gidip başka ilçelerde; Kağıthane, Arnavutköy gibi yerlerde çalıştım, Eyüp’te çalıştım. Orada görüyorsunuz; demokrasi özünde böyle bir şey. Sandık başındakiler mahalleden komşular, sadece ayrı partilere mensuplar. O bakkal çıktı, diğeri esnaf çıktı, öteki o mahallenin genci. Birbiriyle sohbetleri ve hukukları var aslında. Bazı şeylerde anlaşamayabilirler ama bugün bitecek, biz gideceğiz, bu insanlar yüz yüze kalacak.
Son görevde Fatih’teydim; hepimiz ahbap olduk, beraber çalıştık, yemek paylaştık, birlikte yorulduk. Bunu görme ve toplulukları anlama şansınız oluyor. Ve daha büyük bir şey: Ben iş yapabileceğim bir ölçekte bir şeye katkıda bulundum. Yani o günün sonucu ne olursa olsun içiniz rahat oluyor. Şunu da size öğretiyor: yapabileceğiniz belli oranda şeyler var. Yapamadığınız için sizin canınızı sıkmanızı da engelliyor.
Metrohan
Ben bunu deprem yardımında da gördüm. Bu tamam, bu kadar oluyor, diyebilmeli, kendinizi toparlayıp, durumla barışıp, ertesi gün yine tekrar yüzünüzü yıkayıp, çalışmaya başlamalısınız, moralinizin çok bozuk olduğu zaman bile. Ama şunu görüyorsun; benden bir yere kadar ama oraya vardın; şimdi başka yere bakabilir miyim, diyorsun. Onu anlamak, ölçeği ve sınırlarını görmek açısından önemli; enerji ve moral açısından da çok değerli.
Bir de son olarak, ölçekle ilgili seçmeli bir dersim var, bahsetmek istediğim; “Tasarımda Küçük Ölçekli Müdahaleler”. Ölçek meselesini konuşurken, benim sınıftan tır organizasyonuna katılanlar vardı, benim de oradan aklıma geldi. Yenikapı (ben de bir akşam gittim oraya ilk hafta) lise bahçesi gibiydi; kendi öğrenciliğimi gördüm, çok da eğlendim. Her kesimden insan ve gençler gelmişti. O enerjiyi ve çeşitliliği görmek harika… Orası çok büyük bir salon. İşte ölçek meselesi de tam orada devreye giriyor. Birkaç öğrenciyle bunu konuşma fırsatım oldu; ne hissettiklerini konuştuk. Gece 3-4 olması bir sıkıntı değil, zaten mimarlar için saat problemi yok. Tır doldurma sırasına ben de ve mola verene kadar (yarısı dolmuştu) çalıştım, sonra gidip ayıklamaya geçtim vs. Bir gecemi geçirip, deneyimlerimi yine sosyal medyada aktarıp, döndüm evime.
Öğrencilere; ne kadar küçük hissettiniz değil mi?, dedim. Bir tırı doldurmak hakkında hiçbirimizin bir fikri yokmuş; bu işi özel olarak yapmıyorsanız, lojistik firmasında çalışmıyorsanız, çok yabancısınız. Bizimkisi bir yardım organizasyonuydu; kolileri taşıyorduk. Ama bu (tedarik ve lojistik) dünya ölçeğinde gerçekleşen; görmediğimiz yerlerde, “sürekli” olan bir şey. Ben bundan sıkça bahsediyorum derste, altyapısal veya görünmez (infra) ölçek adı altında. Görmediğimiz, bütününe ve işleme hızına hâkim olmadığımız birtakım sistemler var. Kanalizasyon sistemi meselâ; koca bir dünya var yerin altında, totalini asla göremediğimiz ve gündelik hayata sürekli eşlik eden. Bakın, 3 saat sürüyor bir tırı doldurmak. O kadar insanız, 3 saat! Ağır bir şeyler taşıyorsunuz, dikiliyorsunuz, bakıyorsunuz, daha %10’u dolmuş! Ben ilk kez orada yaşadım bunu. Ve bu fiziksel yardım kısmıydı, bunun bir de organizasyonu var. İPA’dan mimar arkadaşlar da tırın başında duruyorlar, saat gece 4. Ağırlıklarına göre yerleştirme yapılıyor; gideceği uzun yol için önemli bir konu, bu şoförle konuşuluyor. Durduruyoruz, bu sefer orta ağırlıkta şeyler yollayın, diye haber geliyor, ona göre organize oluyoruz. Bu bir gönüllü organizasyon ama biz orada normal bir birey olarak ilk kez lojistik ölçeğini gördük. Çok değişik, ilginç bir deneyimdi. Bu, dünyada her gün oluyor; bizim görmediğimiz bu tırlar sürekli dolduruluyor, boşaltılıyor ve yol yapıyor. Belki ilk kez pandemide gördük ve bu ölçeği hissettik; orada küçücük bir aksama koca tedarik zincirini yok etti, herkes etkilendi. Biz, ilk kez tekil insan olarak o tedarik zincirinin bir tane tırının nasıl dolduğuna şahit olduk. Ve nasıl bir ölçek… 3 saat sürdü; bir tır. 4’te yolladık son tırı o gece. Çok garip. O kadar koli taşıdık tır anca doldu ve bundan kaç tane doluyor…
“Başka bir boyutun, başka bir ölçeğin parçası oluyorsunuz”
Bu türde deneyimlerle, çoğu zaman da bilmeden, normalde size mâlum olmayacak bir farkındalığa varıyorsunuz. Başka bir boyutun parçası oluyorsunuz, başka bir ölçeğin huzuruna çıkıyorsunuz bir nevi…Call center gibi çalışınca, o network’ü (hem de tüm aksaklıkları ve insansı haliyle) ilk kez görüyorsunuz; normalde o sistemlerin nasıl çalıştığını anlamaya başlıyorsunuz. Kaç parçadan oluşuyor? Bir şeyin gerçekleşmesi, işlemesi için ne kadar çok parça var aslında. Depremde işte kendi gerçekliğimizin dışında yer alan, bizden büyük ölçek ve sistemleri deneyimleme şansımız oldu. Normalde bizim ölçeğimiz nedir; binalar, odalar, masalar… Buralarda internet var, o çok daha soyut. Bir işlem yapıyorsunuz; o işlem gerçekleşirken ne oluyor, kimse bilmiyor. Şimdi, ben bir kargo siparişi verdim, nelerin olduğunu birazcık biliyorum. Bunlar benim için farkındalık anları oluyor. İşte bunlar okulda neye yansıyor derseniz, bunları derste konuşabiliyorum. Mimarlığın katı bir müfredatı yok. Bunları da konuşuyoruz; bunları konuşurken ölçek de konuşuyoruz. Mimarlık her şeyin içerisinde, ve bir yandan da tam tersi de geçerli.
Çok şükür ki, öğrencilerim de işte her yardıma katıldı; hocam biz de geliyoruz, yoldayız, dediler bir gece. Çok dağınığız, çok çabuk unutuyoruz ama, bir anda beliriyor ve şekil alıyoruz… Bu tür birkaç olay benim inancımı ve umudumu tekrar geri getirdi.
BA: Bunların hepsinin bir şeye sebep olacağına, eninde sonunda bazı şeylerin değişeceğine inanıyorum. Murat Bey, son olarak sanat projelerinize de değinebilir miyiz?
Farklı destek projelerinde yer aldınız, almaya devam ediyorsunuz. Salt’ta gerçekleşen TEGV’nın Sanat ile Eğitime Destek projesi vardı, tamamlanan. Taksim Sanat’ta, Umut ve Güven devam ediyor. Nasıl geçti, değerlendirir misiniz?
MG: Bu konuda bir şeyler söylemek istiyorum, çünkü bazı eleştiriler getireceğim. Açıkçası sanat ortamının bu alana destek vermeye çalışmasındaki çaba, çok değerli. Bunu organize edenler iyi bir şey düşündüler. Yapılması gerekiyordu.
“SIX.TWO Editions” kampanyası satışlar açısından çok iyi gitti ama â kıbeti ne oldu, bilmiyorum. Yurtdışı ve yurtiçi bağlantılı, Amerika’da yaşayan bazı Türk sanatçılar tarafından ortaya çıkarılan bir organizasyondu. 6.2 de (SIX.TWO) 6 Şubat’ı kastediyor. Bu arada bayağı ciddi edisyon satıldı. Elde edilen gelirin tamamı hem Suriye hem Türkiye’ye gidecekti. Yardımın nasıl kotarıldığı konusunda bir bildirim yapılmadı, yapılmasını isterdim.
Daha sonra birkaç başka etkinliğe çağrıldım, en az 4-5 projenin parçası oldum. Bir tanesi, tüm geliri bırakmak üzerineydi. Fakat hayâl kırıklığı içerisindeyim, çünkü hiçbirinde satış olmadı.
Ben bazı konuları açık konuşmayı seviyorum. Bizim sanat ortamı çok tutucu. Kafalarında belli bir sanatçıya ait, belli bir seri var, o kişinin en tutulan, en favori serisi ya da onlardan bir tanesi olarak gördüğü. Ve bir alım söz konusu olduğu zaman sadece onu görmek istiyorlar. Benim de elimde hazır yoktu onlardan, bu etkinliklere diğer bazı serilerden içime sinenlerden koydum. Şu ana kadar katıldığım hiçbir etkinlikte bu konuda bir fayda sağlayamadım. Çünkü koleksiyonerler ellerini ceplerine atmadılar. Özel bir durum olduğundan “burada bunları aşarız” diye düşünüyordum. İsterdim ki, böyle bir zamanda biraz daha kenetlenebilelim.
Acaba, biz çok katmanlı bir kültür olduğumuz için mi tam bir mutabakat geliştiremiyoruz? Çok sayıda farklı düşünen insan var çünkü. Melezliğe çok inanan bir insanım, tam olarak melezleşemedik çok katmanlı olmamıza karşın. Böyle ari düşüncelerden çok rahatsızımdır, hatta cinsler arası melezleşmeler de bana ilginç geliyor. Çünkü o zaman da bazı kuralları yıkıyorsun. Ve bu yüzden de son zamanlarda biraz üzerinde durduğum “miras” konusundan bahsetmek isterim. Önemli bir konu, bir şekilde çözebilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Miras denilen kavram çok kısa vadeli, bir nesillik düşünülüyor bizde. Zaten bizde miras bir mutabakat ortamı değil, aksine bir kavga ortamıdır. “Legacy” diye bir kavram vardır; bizde karşılığı yok. Ben İngilizce karşılığı olarak; “uzun vadeli çok nesli içeren bir mutabakat” olarak çeviriyorum.
AD: Evet, hâtırası da var anlamına geliyor.
MG: Bazı ilerlemiş toplumlara baktığımızda; yeşil partici de solcu da gelse, Hristiyan demokratı da muhafazakarı da gelse, kim gelirse gelsin bir çekirdek var ülkenin yürümesini sağlayan, o çekirdekte hiçbir değişiklik olmuyor. Bizde bu yok. Bizde her gelen, daha önce yapan insanı eleştiriyor, yaptıklarını yıkıyor. Meselâ bir duvar inşa etmeye başlıyoruz, sonra bizim zamanımız bitiyor, başkaları geliyor. Yeni gelen bir tane vuruyor duvara, başlıyor yeni bir duvar inşa etmeye. Zaten yapılmış, teşekkür et, ben de bunun üzerine yapacağım, de. Önceden yapanla siyasal olarak anlaşmak zorunda değilsin ille de. Gittikçe yükseltelim bu duvarı. Bu ayrışma halinden çok rahatsızım. Bir arada olmamız lâzım, biz niye bunu beceremiyoruz? Tekelleştirmeden, herkesin fayda sağlayabileceği bir sistem olsa, hepimiz mesut olacağız. Tekelleştirmeyelim bu işi. Daha gelişmiş olduğunu varsaydığımız toplumlarda benim en özendiğim şeylerden bir tanesi, elinde çok sıkı güç bulunduran 15-20 tane merci vardır. Eninde sonunda birisiyle anlaşırsın. Burada 1 ya da 2 tane var. Sen bunlara biat etmiyorsan, kültür sanat alanında da maalesef böyle, işler çok zorlaşıyor.
Mekânları çeşitlendirmemiz lâzım. Bu yüzden, bulunduğumuz mekânı da çok önemsiyorum. Bazı egemen kültür sanat yapılanmaları var, onların dışında İBB Miras ve Kültür A.Ş., insanların başvurabileceği, gelebileceği ve kendini ifade edebileceği alanlar açtılar. Feshane, Casa Botter, Müze Gazhane, Cendere Sanat, Yedikule Gazhanesi, vb… Bunların çoğalmasıyla benim istediğim ortam oluşacak.