“1994 krizindeki en büyük zararımız, 300 Dolarlık ceketti”

08 Haziran 2012

Aslında Mar Mimarlık adına oldukça uzun bir kariyerden bahsediyoruz. Ofisinizi 1993 yılında kuruyorsunuz. Bu 18 sene içerisinde konut odaklı olarak başlayan bir proje birikiminiz var. Sonra çeşitli krizlerin de yönlendirmesiyle bir dönem yurtdışına açılıyor sonra Türkiye'ye geri dönüyorsunuz. Bu süreçte ofisiniz ne kadar büyüdü, ne kadar küçüldü?

GK: Ofis birkaç kere büyüdü, birkaç kere küçüldü. Ekonomik krizler bir sinüs eğrisini takip ediyor. Ekonomik krizden hemen önce en tepe noktaya varmış oluyorsunuz. Zaten krize yakalanmanın en kötü tarafı da bu; çok yukarda olmak… Bir mimarlık ofisi için en tepede olmak demek, proje sayısı ve çalışan açısından ciddi rakamlara ulaşmış olmak demek. O noktada krize yakalandığınızda, realistik davranarak bir gece içerisinde bütün ofisi tahliye etmeniz gerekiyor.



Yoksa her geçen gün sizin için ekstra bir zarar oluyor…

GK: Bir felaket senaryosu gibi, krizin sinyalini aldığınız an, bunu yapmanız gerekiyor. Fakat mimarlık öyle bir iş ki, bunu yapabilen mimar arkadaşım olduğunu zannetmiyorum. Çünkü yanımızdaki arkadaşlarla çok uzun süre birlikte çalıştığımız için ciddi anlamda duygusal bağlılıklar geliştiriyoruz. İkincisi, insanlar zor yetişiyor. Yanınızda 5-10 sene çalışmış bir insanı bir krizde kaybetmek istemiyorsunuz. 1994 krizine yakalandığımızda her şey çok yeniydi. Ofisi daha yeni kurmuştuk. Osman Beymen'den 300 Dolara bir ceket almıştı (gülüyor). Ev arkadaşı Erkan, "Sen artık iş adamısın, bu ceketi al" demiş. Osman, "Daha yeni ofis kuruyoruz, 300 dolarlık ceket benim neyime?" deyince Erkan ısrar edip ceketi alması için ona borç vermiş. Osman ceketi aldı, ondan sonra devalüasyon oldu. Her gün ofiste ceketinin kaç para olduğunu hesaplıyordu (gülüyor). Yani en büyük zararımız o oldu; 1994 krizini bir ceketle atlattık. Sonra 2001 krizi patlak verdiğinde ofis öyle bir hale geldi ki, her şeyi bıraktım, gittim Amerika'da dolaştım çünkü yapacak bir şey yoktu. O kriz sırasında piyasada ciddi iflaslar oldu. Lider olarak kendimize örnek aldığımız, "Acaba biz de bir gün bu büro kadar büyüyebilir miyiz?" dediğimiz bürolar iflas etti. Bu gerçekten bir travma... Bir hedef belirlemişsiniz, diyorsunuz ki, "ben bu adamın olduğu yerde olmak istiyorum", onu kendinize mesleki bir röper noktası kabul ediyorsunuz. Sonra krize yakalanıyor ve batıyor.

Dolayısıyla sizin de bütün kariyer planlarınızı gözden geçirmenize neden oluyor.

GK: Bu işi bırakıp, gitsek bir yerde bir dükkan mı açsak diye düşünmeye başladık. Fakat bizim, krizlere borçsuz yakalanma gibi bir avantajımız oldu. Bütün ticari hayatımız boyunca bir kere bile kredi kullanmadık. 1994 senesinde, Tansu Çiller Başbakanken genç girişimciler için verilen bir kredi vardı, aldığımız tek kredi odur.

O da zaten ofisin kuruluşu için…

GK: Onda da Halk Bankası kredimizi iptal etmişti. İptal gerekçeleri, ofisi, krediyi almadan önce kurmuş olmamızdı. Krediyi alınca ona göre cihaz satın almıştık, sonra bu krediyi geri istediler. Halk Bankası'nın müfettişleri geldi, ofisi incelediler ve "Onca senelik müfettişiz, ilk defa söylenilen cihaz ve söylenilen seri numarası, söylenilen adreste ve söylenilen amaç için satın alınmış ve kullanılıyor. Bunu meslek hayatımızda ilk defa gördük" dediler. Şube müdürü, "Biz bu konuyu haysiyet meselesi yaptık, kredinin iptal edilmemesi için bütün şube olarak tanık oluyoruz" dedi. Ona rağmen krediyi iptal ettiler. Gittik defaten ödedik ve krediyi kapattık. Halbuki hukuki olarak yapabileceğimiz pek çok şey varmış. Ödemiyoruz desek, bu parayı bizden geri almaları en aşağı 5 sene sürermiş. Fakat biz hiç o yollara girmedik. Krediyi ödedik ve defteri kapattık. "Ayağımızı yorganımıza göre uzatalım. Varsa vardır, yoksa yoktur" dedik. Bütün krizlerde de 2001 olsun, 2008 olsun büro çok büyümüştü.



Kaç kişiye ulaşmıştınız?

GK: 2008 krizinde 30 kişilik bir büroyduk. Arka apartmanda bir büromuz daha vardı. Mesela o, maddi açıdan geçirdiğimiz en büyük travma oldu. Diğerlerinde, yani 1994 ve 2001 krizlerinde daha küçük hacimli işlerle dönen bir büroydu burası. Çalışan sayısı daha azdı. Fakat 2008'e geldiğimizde artık bilinirliğimiz artmıştı. Çalışan sayısı çok yükselmişti, uluslararası partnerlerimiz vardı. 2008 krizinde de aslında benim bir hatam oldu, kadroyu dağıtmayı göze alamadım. O kadar büyük yatırımcılarla çalışıyorduk ki, kendi ölümüm bile aklıma geldi ama ödemelerin yapılamaması gelmedi. Bu parayı her halükarda ödeyeceklerini düşündüm. Kadro, çok iyi seçilmiş bir kadro, projeler milyon dolarlık projeler, kimse bunun yakasını bırakmaz diye düşündüm, ama öyle olmadı. Çok ciddi bir kriz oldu ve çok da uzun sürdü. Bırakın bizim paraları ödemeyi, projelerin peşinden koşmayı, kendi kadrolarını bile tasfiye ettiler. Ve o arada biz, bugün yarın piyasa açılır diye kadromuzu 9 ay muhafaza ettik. Bu benim şahsi kararımdı ve ticari açıdan yaptığım en büyük gaftı. Dolayısıyla 2008 krizi birikimlerimizi sonuna kadar eritti

O kadar büyük bir darbeydi yani…

GK: Tabi. Fakat mimarlık yapmanın şöyle güzel bir tarafı var; kaybınız ne kadar kötü olursa olsun, her şey kafanızın içinde olduğu için tekrar başlamak için çok az şeye ihtiyacınız var. Çünkü o mesleki birikimin sizden alınmasına imkan yok. Bir kağıt ve bir kalem bu işe tekrar başlamanız için yeterli. Bizim en büyük şansımız oydu. 2008 krizinden sonra da zaten sular tekrar duruldu.

Mesela 2001 krizinde iki sene her sabah ofise geldik, çay içtik, kahve içtik, ama hiçbir sabah ofise gelmekten vazgeçmedik. Bence yaptığımız en iyi şey oydu. İşimiz yok diye ofise 10.00'da da gelmedik. Her sabah en geç 8.00'de ofisin kapısı açıldı ve akşam da saat 6.30'a kadar burada kaldık. Çekirdek kadromuzu hiçbir zaman dağıtmadık. Kendi hayatımızdan fedakarlık ettik ama ondan etmedik.


Her Şey İTÜ’nün Bilgisayar Kulübü’nde Başladı
Projeler, Krizler, Muhasebe ve Hedefler
Türkiyeli Olarak Yurtdışında Mimarlık Yapmak
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :