Söyleşi öncesinde Çırağan'daki güzel manzaralı ofisinizden bahsetmiştiniz. Orada kaç sene bulundunuz?
GK: Beş sene çalıştık. Şu anki Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin tam karşısındaydı. O büronun güzelliği de şuydu; arkadaşlarımız Ortaköy'e giderlerken ışıklarımızı görürlerdi. Yani geceleri misafirimiz hiç eksik olmazdı. Birisi şarap almış, birisi kola kapıp gelmiş… Karşısı zaten derya deniz...
Kemer Country projesi size geldiğinde halen orada mıydınız?
GK: Kemer Country projesinin bize gelmesi galiba o ofisteki üçüncü yılımıza denk geliyor. Bize bu projeyi getiren Engin bey çok uzun boyluydu. Adamcağızın bizim ofiste kafasını vurmadığı yer kalmadı (gülüyor). Tabi biz 2.20'lik kirişe alışığız... Engin bey gelir, artık manzarayı görünce mi dalar yoksa unutur mu, her seferinde "küüüt" diye kafayı kirişe vururdu. Biz de önce ona kompres yapar, sonra oturur projeyi konuşurduk. Güzel zamanlardı... Hayatınızda kimlerle karşılaştığınız da çok önemli. Biz bu anlamda gerçekten çok şanslıydık. Engin bey hem çok iyi bir insan hem de çok iyi bir mimardı. Kalp krizi geçirdiğinde çok paniklediğimizi hatırlıyorum. Projeyi aldık ama nasıl yapacağız? Engin bey hastanede, ziyaretçi kabul etmiyorlar, çiçek bile gönderemiyorsunuz. Ben hayatım boyunca proje toplantısına gitmemişim, oturup bir masanın etrafında mühendislerle, şantiye ekibi ile konuşmamışım. Ama yapacak bir şey yok, proje kucağımızda kaldı.
Aslında bir sürü uygulama tecrübeniz var ama onlar o güne kadar hep kağıt üzerinde kalmış sanırım.
GK: O güne kadar projenin "computer aided design" kısmındaydık. Yani işin büro tarafını idare ediyorduk. Mesela "bize bir sistem kurun" dedikleri zaman hiçbir problem yok. Gidip sistemi kurup, bilgisayarları çizim yapabilir hale getiriyorduk. Aynı şekilde projeleri bilgisayara aktarabiliyorduk. Fakat Kemer Country hadisesinde, Engin Bey'in rahatsızlanmasıyla beraber bir anda tasarım faaliyetinin içine girdik. Yani gerçekten mimar olarak çalışmak zorunda kaldık çünkü bu işi yapabilecek kimse kalmamıştı.
Denize atlamaya benzetmiştiniz bunu az önce…
GK: Evet, denize atladık ama yapacak başka bir şey de yoktu.
Ama cankurtaran çağırmak zorunda da kalmadınız...
GK: Kalmadık, yüzdük. Herhalde çok hırslıydık. Başarmak için çok fazla motivasyonumuz vardı. Başka bir yol bırakılmamıştı bize. Yani bizim yetiştiğimiz kuşak için öyle bir mecburiyet vardı galiba…
İhtilal sonrası kuşağı mı?
GK: Evet, bunda ihtilal sonrası mı etkiliydi yoksa anne babalarımızın 2. Dünya Savaşı döneminde doğmuş olması mı bilemiyorum. Ekmeğin karneyle alındığı zamanda büyümüşler. O yüzden biz yokluk kuşağının çocukları olarak doğduk. Geçenlerde albümden çocukluk fotoğraflarımı çıkartıp baktık. Ayağımızda lastik tokyo var. Sonra lastik tokyonun iyi bir şey olduğunu hatırladık. Ondan daha kötüsü, cızlavet vardı. Yani biz, tokyo giydiği için kendini şanslı sayan bir kuşaktık. Tokyonun atkısı koptuğu zaman yenisi alınmaz, pazara gidilir ona atkı alınırdı. Okula gidebildiğimiz için de çok şanslı bir kuşaktık. Babamın bize, "Başınızın üzerinde bir dam var, tencere kaynıyor ve okula gitmekten başka sizden beklenilen bir şey yok, bunun kıymetini bilin" dediğini hatırlıyorum. Bu bizim için bir nimetti, yani çalışmak, ailemize bakmak zorunda değildik. Ve önümüzde, başarmaktan başka hiçbir şey yoktu. Şimdilerde bahsi geçen, "Türkiye'de üniversiteyi kazanamazsam, ailem beni Amerika'ya gönderir" seçeneğinin uzağından bile geçemedik, bırakın böyle bir şeyin içinde olmayı… Yani ben hiçbir zaman okula para verilmesi gibi bir kavram düşünemedim. Bu yetiştirilme tarzı herhalde etkiliyor, başka bir çıkış yolu yok. Bir şekilde bileğinizin hakkıyla kendinizi bir noktaya taşıyacaksınız. Nasıl çalışacağınızı da bilmiyorsunuz çünkü okulda böyle bir şey öğretmiyorlar. Önünüze statik proje, mekanik proje, elektrik projesi geliyor. Kim bilir ne komiklikler yaptık. Bizi seyredenler kim bilir neler düşündüler ama bir şekilde öğrendik.
Zaten bu mesleğin doğasında bu var. Bunların her bir tanesini birinin size öğretmesi mümkün değil. Düşe kalka öğreniyorsunuz…
GK: Düşe kalka, zorlana zorlana, yapılanı görüp, anlayıp, onu çözümleyerek… Mimarlık formasyonunun matematiğe dönük olması işinize yarıyor. Analiz yapıyorsunuz, sentez yapıyorsunuz. Bu projede biraz yapabiliyorsunuz, öbür projede taşlar birazcık daha yerine oturuyor. Derken bir yol tutturuyorsunuz ve bir müddet sonra her şey daha hızlı gelişmeye başlıyor. Öğrenmenizin, kavramanızın hızı artıyor. En zoru başlamak... Bir kere başladıktan sonra her şey hızlanarak devam ediyor.