Evet, bu yıl Festival, Emek'siz yapılacak. Şimdiden üzülüyor insan... Öyle alışmıştık ki o koca salona... O bizim için Beyoğlu'nun ve onun temsil ettiği kültürün ayrılmaz bir parçasıydı. Daha eski kuşaklar vaktiyle adı Melek olan o salonda Hollywood ve Fransız sinemalarının en ünlü filmlerini izlemişlerdi: en şık kıyafetlerle gelinen galalarda, kent burjuvazisinin kalbinin attığı cumartesi-pazar matinelerinde...
Bizlerse onu Emek olarak, son 50 yılın en kaliteli filmlerinden bazılarını gösteren salon diye bildik. İstanbul Festivali ilk gününden itibaren onunla özdeşleşti. Ve o salon bizler için, Füreya, Mengü Ertel, Onat Kutlar, Şakir Eczacıbaşı gibi sanat dostlarının festival süresince değişmez mekânı olarak kaldı, hep öyle de kalacak. Emek şimdi kapalı. Festival başkanı sevgili Azize Tan, geçen gün basın toplantısında şöyle diyordu: "Beyoğlu'nda sinema salonlarının durumu acıklı. Emek kapalı ve akıbeti belirsiz. 2011 yılında evimize, yani Emek Sineması'na dönmek istiyoruz..."
Sahi, ne oluyor bu Beyoğlu salonlarına? Oysa son yıllarda gidiş tersine dönmüş gibiydi. Kapalı salonlar art arda açılıyordu: Tarihi Elhamra onarılmış, sinema değilse da kulüp olarak açılmıştı. Yeni Melek de onarım gördü, gösteri merkezi olarak açıldı. Eski Sümer / Küçük Emek ise en son Yeni Rüya olarak festivalle birlikte açıldı. Şimdiyse tam tersi. Tarihi Saray ve Lüks sinemasının bulunduğu blok yıkılıp yerine bir AVM yapılıyor. Alkazar kapandı, Emek onarım gerekçesiyle kapalı. Eski Ar / sonraki Sinepop ise Saray-Lüks blokunu alıp inşaatı yapan Demirören grubu tarafından satın alındı, kapılarını son olarak bu festivale açacak. Sonrası meçhul... Her giden salonla birlikte, bırakınız benim, sizin, bilmemkaç kuşağın anılarını, Beyoğlu'ndan da bir parça koparılıyor. Bir sanat-kültür merkezi, bu kentin toplumsal kalbi olmasını dilediğimiz semtte, bu işlevi yerine getirecek yerler bir bir yok oluyor. Üstelik akıbeti bilinmeyen AKM, yıkılıp yenisi yapılan, ancak görenleri pek tatmin etmeyen Muhsin Ertuğrul tiyatrosu (ben henüz göremedim) da var. Elbette kentin öteki yanında, açılmak üzereyken yıkılıp yenisi yapılacak olan Ayazağa Kültür Merkezi de anılabilir. Bakınız, büyük bir iyi niyetle söylüyorum: Bu kenti yönetenler, bu yükün altından kalkamazlar. Bunca salonu yok etmek, kimseye hayır ve uğur getirmez. Kimisi yeni ama çoğu eski bu salonlar, tüm uygar ülkelerde olduğu gibi korunmalıdır. Onlar kent kültürünün canlı müzeleri ve yaşam alanlarıdır. Ranta kurban edilemezler. Elbette şunu da anlamak gerekiyor: Bu kent giderek değer kazanıyor. Dünyanın yükselen kentlerinden biri o... Bir habere göre İstanbul dünyanın mülk yatırımı açısından beşinci önemli kenti olmuş. Bu kötü mü? Bir kent için en acıklı şey, parasızlıktır, kent toprağının değersizleşmesidir, yatırımın durmasıdır.
Bizler İstanbul'da o günleri de yaşadık. Ama rant ve sermaye her şey demek değildir. Bu mülklerin yeni sahiplerinin şunu anlamaları gerekir ki, bir Emek veya Alkazar sinemasına sahip olmak parayla ölçülemeyecek bir ayrıcalıktır, bir nimettir, bir onur vesilesidir. Para başka yerden de kazanılır ama öyle bir mekâna sahip olmanın onuru, hiçbir şeyle ölçülemez. Ben bu konuda sürekli ilgililere ulaşıp bilgi almaya çalışıyorum. En son Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'a ulaştım. Bir ödül almak için Berlin'e gitmek üzere olan enerjik başkan, bana telefonda bilgi verdi. Dediğine göre, Alkazar korunacak. Emek ise bir yeni projeyle, yanıbaşındaki Cercle d'Orient binasıyla birlikte ele alınacak. Şu anda tüm rölöveleri alınan binanın zemininin bir-iki metre yükseltilmesi projede yer alıyor. Başkan bana "Emek birebir korunacak," diyor. Ayrıca ekliyor: "Hiç kimse kültür kurumlarını kimseye peşkeş çekemez. Ben bu salonun bekçisiyim. Beyoğlu'nda kültüre yatırımı en çok biz yapıyoruz: En son Valilik restorasyon fonundan İKSV'nin yeni binasının onarımına 3.2 trilyon yardım yaptık. Tek yaptığımız, Beyoğlu'nun köhnemiş altyapısını yenilemek. Emek'te de bunu yapıyoruz..." Ve ayrıca Emek'in önümüzdeki yıllarda Yeşilçam ödüllerinin de resmi salonu olacağını ekliyor. İşte böyle. Anlaşılan Emek yıkılıp yeniden, aynen yapılacak. Kişisel olarak bu beni mutlu etmiyor. Keşke olduğu gibi korunup onarılsa... Ama proje şimdi Anıtlar Yüksek Kurulu'nun önündeymiş. O kurullara güveniyorum. Umarım uzmanlar bu kent için en doğru kararı verirler. Ama yineliyorum: Beyoğlu'nun salonları ilgi bekliyor. Bu ilgi, özen ve şefkati göstermeyenler, yarın kamu vicdanı ve kültür tarihi açısından mahkûm olmaya kendilerini hazırlasınlar.
15 Mart 2010
Sabah