Kentsel mekan ile modanın tasarımsal ve üretimsel sınırlarını muğlaklaştırdığı düşünülebilecek ilk blog, Chantal van der Meijden'in Cocorosa'sı olarak gösterilebilir. Çünkü banliyöden metropole, Batı yakasından Doğu yakasına geçiş yaptığımız bu blogun konusu, moda ve New York! New York'un olağan kalabalığı içerisinde farklı moda anlayışı ile hem sıyrılan hem de onunla bir aidiyet ilişkisi kuran Chantal, moda ve mimarlık hakkında bizimle şunları paylaşıyor:
"Sanat okulunda moda eğitimi aldığım dönemde zorunlu bir dersimiz vardı: Sanat tarihi. Bu derste mimarlık hakkında da çok şey öğrendim. Ama bunun yanı sıra eğitimim boyunca formları araştırmak, işlevi sorgulamak, inşa etmek ve yapı bozmak için mimarlığa çoğu kez yöneldik. Kısacası ilham almak için mimarlıktan sıklıkla beslendik.
"Öte yandan moda kadar mimarlık da bir "giydirme" faaliyeti. Kıyafetler vücudumuzu giydiriyor; mimarlık ise yaşadığımız yerleri… Her ikisi de benzer işlevsel endişeleri paylaşıyorlar. Ama trendleri de paylaşıyorlar. Çünkü moda da mimarlık da, nasıl görünmek istediğimiz ve dünyanın nasıl görünmesini istediğimizi tercüme etmenin araçları… Bu nedenle moda, sanat ve mimarlık modernizm ya da Bauhaus gibi akımlara beraber eklemleniyorlar."
Chantal'a, New York'un onun giyim tarzını nasıl etkilediğini, moda anlayışına nasıl ilham verdiğini soruyoruz:
"Hollanda'nın küçük bir kasabasında, her yerde yeşilin olduğu ve küçük, alçak evlerle donatılmış bir yerde yetiştim. Kaba çakıllarla kaplı dar sokakların olduğu bu kasabada karşınıza her an –ister inanın ister inanmayın, küçük bir yel değirmeninin olduğu bir çiftlik ve orada otlayan siyah-beyaz inekler karşınıza çıkabilirdi.
"Bu yüzden özellikle benim ve benim "küçük Felemenk şehri gözlerim" için New York, gökdelenler ile, betonarme ve yansımalar ile, kırmızı ışıltılar, en son moda ve endüstriyel olan ile özdeş. Soho, Meatpacking'in ambiyansı, Brooklyn'in endüstriyel loftları, bu şehrin hoyratlığı, eski rock ruhu ve yağlı, pis hissiyatı , bugünkü giyim seçimlerimde çok derin etkiler bıraktı."