1920'lerin sonunda Japonya...
I. Dünya Savaşı'nın ardından yıkılmanın eşiğine gelen "ideal insan, ideal toplum" ütopyası, uzunca bir aralıkta güncelliğini korumaya devam etti. Endüstri devriminin önlenemeyen hızı, bu ütopyanın yeni toplumsal araçlarla ayakta tutulması gerektiği önerisini de sıcak tutacaktı: "Makine Çağı" henüz geride kalmamıştı. Bir yanda Bauhaus'un seri üretim ile zanaatkarlığı bir araya getiren öğretileri, diğer yanda ise Le Corbusier'nin modern özneyi ve modern mimarı kutsayan brutalist söylemleri ile devinen mimarlık ortamı kadar, moda tasarımı da yeni bir dönüm noktasında idi.
I. Dünya Savaşı'nın yetkinleştirdiği seri üretim ortamından nasibini alan moda tasarımında marka kavramı da, lüks kavramı da değişiyordu. Dönemin Hepburn ve Chanel ile ikonikleşen "küçük siyah elbise"si üzerine bir değerlendirme, endüstri ve lüks arasındaki ilişkiyi netlikle özetliyordu:
"Küçük siyah elbise, Le Corbusier'nin konut için yaptığı "yaşamak için makine" (machine for living) tanımının giyilebilen bir eşleniği, Bauhaus'un demokratik ütopyasından temellenir. Ama aynı zamanda onu bir adım öteye taşır. Onda, Mies'in Barselona koltuğunda olan şey vardır: Akılcı form ve şehvetin bileşimi, diğer bir deyişle cazibe. (glamour)"
Hepburn'ün küçük siyah elbisesinden günümüze...
1947'de New York'un en ünlü modellerini bir araya getiren Vogue kapağı... Bu kapak, sonraki yıllarda Annie Leibowitz ile özdeşleşen bir dizi konsept kapağın da öncüsü olarak görülebilir.
Ancak Bauhaus'un demokratik ütopyası da, ondan temellenen modern, işlevsel ve ışıltılı moda tasarımı anlayışı da II. Dünya Savaşı ile sekteye uğrayacaktı. 1933 yılında Nazi rejimi tarafından kapatılan Bauhaus, yalnızca güncel Orta Avrupa mimarlığının ideolojik temelli on yılının habercisi olmadı. II. Dünya Savaşı ile birlikte tüm dünyayı etkisi altına alan ambargolar ve ekonomik kriz, modada da yeni tekstil ve malzeme arayışlarını gündeme getiriyordu. Avrupa'da inşa edilen komünist işçi blokları ve yıkılan, harap olan yapılar arasında kentsel doku tamamen değişirken, giyimin de dokusu dönüşüyordu. Hatta yapı yönetmelikleri kadar tekstil üretim yönetmelikleri de… Binalar, bitik bir ekonominin ayağa kaldırmaya çalıştığı binalar, sıvasız ve çıplak, kadın ayakkabıları ise altı renk ile sınırlıydı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında fabrikada çalışan kadınlar