MesutT: Proje önerisi size geldiği zaman yaklaşımınız ne oldu?
MehmetA: Ben, korumacı ve tasarımcı bir mimarım; bakın, restoratörüm demiyorum. Ancak yaptığım çalışmalar arasında 3. yüzyıldan bir kilise, Küçük Ayasofya gibi tarihi çok eskilere giden, üzerinde çok çalışılması gereken yapılar da var. Tarlabaşı da kentin bir parçasının korunması projesiydi. Yapıların özellikleri, dönemleri belli; geçmişleriyle ilgili her türlü belge mevcut. Ben korumacı ve tasarımcı bir mimar olarak, buraya nasıl bir müdahale yapılması gerekiyorsa onu yapmak üzere girdim.
Projeye yaklaşımı netleştirmekte Antalya Kaleiçi Projesi'nde çalışmış olmamın da katkısı oldu. O zamanlar Turizm Bakanlığı'nda resmi bir görevim vardı. Bunun yanında, sokak / ada bazında Safranbolu'da çalışmalarım olmuştu. Ayrıca geçenlerde Gaziantep Belediyesi'ne ödül getiren Gaziantep Kalesi ve çevre düzenlemeleri de benim projemdi. Sonuç olarak ben, tek yapının dışında çevre ölçeğinde bir projeye nasıl yaklaşılması gerektiğini deneyimlemiş bir insan olarak yaklaştım projeye.
MesutT: Neydi bu?
MehmetA: Korunması gerekli yapıların bütün özellikleriyle korunması ve aynı zamanda da bir yenilik getirilmesiydi. Burası, yaşamayan, sorunlu bir bölge. Beyoğlu İlçe Amirliği'nin hemen arkasında her türlü ahlaksızlığın olduğu bir yer. Yapıldığı dönemin koşullarında yaşayan bir semt iken, şimdi günün ihtiyaçlarını karşılamayan bir duruma gelmiş. Düşünün, bugün Beyoğlu İstanbul'un en önemli noktalarından biri ve eski kaybettiği günlerine dönmeye çalışıyor. İstanbul ve hatta Türkiye'nin bütününde restorasyon çalışmaları hızla arttı. Bu gözle baktığınız zaman, 2010 yılı için Avrupa'nın Kültür Başkenti olarak seçilmiş İstanbul'un tam beyninde bir ur var.
MesutT: Size verilen adaların fiziki durumu neydi?
MehmetA: Üzerinde Süryani Kilisesi'nin de olduğu ve içerde kalan ada ile bir de yol üzerindeki ada bana verildi. Çalışması son derece zor bir alandı. Mevcut olan cephe röleveleri, plan-cote'leri vs bize verildi ve bunların üzerine proje geliştirin dendi. Birinde zaten çalışması kısmen başlamış bir kilise ve onun aneksleri var. Onlar, Koruma Kurulu izniyle yapılmış yapılar. Adanın etrafında yine aynı dönemin özelliklerini, karakterini taşıyan binalar var. Ön taraftaki ada da ise yapı yoğunluğu daha azdı, boşluklar vardı.
Daha röleveler tamamlanmadan ben bölgede yapıları tanımak adına bazı çalışmalar yaptım. Binaların içine girerek, krokiler hazırlayarak, yapısal özelliklerini belirleyerek, plan şeması, dış cephe özellikleriyle hangi yapıyı koruyacağıma, hangisinin içini boşaltacağıma ya da altına gireceğime dair analitik bir çalışma yaptım. Kişisel olarak da bu çalışmaların böyle başlaması gerektiğini düşünüyorum ve bu yönde ilerledim. Hatta yaptığımız çalışmaları Koruma Kurulu'na sunduğumuzda, takdirle bakıldı. Zaten bizim projemiz, bakıldığı zaman daha korumacı, mevcuda daha saygılı bir yaklaşımı ortaya koyuyor. Örneğin güzel ikiz evler var; ben onları aynen restore ederek plan şemalarıyla birlikte korumayı tercih ettim. Bazılarının cephelerini tutma yoluna gittik. Ancak ayakta duramayacak kadar kötü durumda olan bazı yapıları da dış özelliklerini birebir koruyarak, içeride yeni bir plan şemasıyla kurguladık. Cadde üzerindeki adada ise parçaları bir bütüne götürerek, dışı bir bütün ama içi parça parça olan tek bir otel haline getirdik.
Böyle bir projede çalışmanın diğerinden farkı, olayı bir bütün olarak görmeniz. Elbette bize yardımcı olan danışman mühendisler vardı. Aslında proje dokuz mimari grubun çalıştığı bir ekip çalışmasına dönüştü. Biz her hafta bir araya gelerek yaptıklarını birbirlerine deklere eden, tavsiyelerde bulunan, uzmanların önerilerini dikkate alan bir çalışma yaptık. Ada bazında bir koruma çalışmasında ne yapılması gerekiyorsa projemde yaptım diyebilirim. Bazı çatıları iyi kullanarak üzerlerine bazı eklentiler koyduk. Arka cephe diye bir şey yoktu, hava alınabilecek iç avlular yarattık. Ada daha güncel bir hale geldi ama içindeki geçmişe dönük değerler de belirlenerek tek tek projeye yansıtıldı.