DS Mimarlık olarak 19 yıllık bir mesleki birikime sahipsiniz. Kuruluş sürecinde yaşadığınız deneyimi paylaşabilir misiniz öncelikle?
Deniz Aslan: DS Mimarlık büyük şirket olma hevesi üzerine kurulmuş bir ofis değil. Akademik hayatın pratikte karşılığını bulması, biraz daha deney yapmak ve mimarlığın değişik alanlarını tartışmak amacıyla oluşturulan bir pratik. Sevim ağırlıklı olarak rölöve ve restorasyon, yani belgeleme konusunda uzman, ben garip bir şekilde peyzaj mimarlığı alanında uzmanlaştım. Dolayısıyla bizim hedefimiz mimarlığın etrafında dolaşmaktı. Yarışma senelerinde biraz da genç niyetler adına kuruldu DS Mimarlık. Başlangıçta Maçka'da bir ‘home-office' idi. İkimiz de öğrencilik yıllarından beri sektörün içindeyiz ve bugüne kadar birçok grupla çalıştık. O grupların elemanı da olduk, bitmeyen işleri tamamlamak, destek olmak için de çalıştık. Dolayısıyla piyasa ile aramızda güvene dayalı bir bağ oluştu. Bu zamanla bir ağa dönüştü. Üstlendiğimiz işleri hep doğru yapmaya çalıştık. Mesela bazı yarışmalarda, aynı yarışmaya beş grup giriyor, biz o beş gruba birden yardım ediyorduk. Masterplan ve peyzaj tasarımı ağırlıklı kısımlarını biz üstleniyorduk. Tabi bu yardım sırasında bilgileri birbirine karıştırmadan, projeye özgü tasarımlar üretiyorduk.
Bu projeye bunu çizersem diğerinden daha üstün olur diye bir kaygınız olmuyor muydu?
DA: Hayır, hiç olmadı. Özellikle mimarlık dışında hizmet verdiğimiz alanlarda tasarımcıların kendi projesini korumaya çalıştık; hiçbir zaman kendi bayrağımızı açmaya çalışmadık. Onun üstüne çıkan ya da doğrudan doğruya o tasarımcıyı eleştiren tartışmalara girmedik. Onların fikirlerini nasıl okunaklı hale getirebiliriz ya da nasıl tamamlayıcısı, paydaşı oluruz diye düşündük. Yani tamamen o işlerin bağlamı içinde kaldık. Bu hem bizi terbiye etti, hem de durumları birbirine karıştırmamayı öğrendik. Aynı zamanda da akademik hayatla iş hayatını karıştırmamayı… O kutunun içindeki zamanı doğru, iyi, verimli ve olabildiğinde de yaratıcı kullanmaya gayret ettik.
"Egomuzu, yani bağırma çağırma tarafını söndürmeyi öğrendik"
İkiniz de mimarlık disiplininden geldiğiniz ve diğer disiplinleri bu bilginize eklediğiniz için konulara farklı açılardan, farklı ölçeklerden yaklaşabiliyorsunuz. Bu da ayrı bir avantaj sağlıyordur…
DA: Tabii. Mimarlık biraz egosantrik bir alan. Fakat biz egomuzu, yani bağırma çağırma tarafını biraz söndürmeyi öğrendik. Bu ilk bakışta saçma gelebilir ama aslında iyi bir şey. Yani ekolayzırla oynamayı, frekansları istediğimiz gibi yönetmeyi öğrendik. Ve yönetilmeyi de aynı şekilde... Şimdi bunun farklı versiyonları devam ediyor.
Başlangıçta projelerde şahıs olarak mı DS Mimarlık ismiyle mi yer alıyordunuz?
Sevim Aslan: 1987'de katıldığımız Bursa yarışması ile birlikte çalışma hayatına başlamıştık ama resmi kuruluş yılımız 1994'tür. Kurulmamızı gerektirecek komik bir durum oluşmuştu. Fiziksel olarak yaşadığımız yerde çalıştığımız için, geceler gündüzlere karışıyordu. Yavaştan projeler gelmeye başlayınca, bilgisayar, printer gibi kendimize ait ekipman edinme ihtiyacı duyduk. Tam dijital döneme geçiş süreciydi. Bunları nasıl alsak, uygun bir kredi varmış derken bankadakiler, "bir firma kurmanız lazım, biz krediyi firmalara veriyoruz" dediler. Böylelikle DS Mimarlık'ı kurmuş olduk. İlk logomuzu Ömer Kanıpak tasarladı. İsmimizin üzerinde bir salyangoz vardı. "Yavaş ama dikkatli" anlamında. Yani aslında oldukça espriliydi (gülüyor)... Yakın zamana kadar çalıştığımız yerde yaşadık ama evin içinde asla iş devreye girmedi. Oğlumuz da bu ortamda büyüdü.
DA: Burada büyüdü ama anladı ki bu işten bir şey çıkmaz, böyle hayat da olmaz (gülüyorlar), "en iyisi fizik mühendisi olayım" dedi. Bakalım, o da öyle bir yola girdi.
Yani hem akademya hem de mimarlık pratiği birbirini besledi hayatımızda...