Yarışmaları dikkatle takip eden, bu konuda yazan ve üreten birisi olarak güncel yarışma ortamına ilişkin neler söyleyebilirsiniz? Eleştirilerinizde bahsettiğiniz sorunlar halen mevcut mu?
DA: Mevcut ve değişmiyor. Bu konuda farklı düşünen arkadaşlar bana kızıyor. Örneğin Ömer Yılmaz atakta ve bir şeyler yapmaya çalışıyor ama arka planda Türkiye'nin yarışma kültürü değişmiyor. Türkiye'de kimin yarışmaya girdiğini bilirsiniz çünkü o kişi değişmemiştir; aynı projeyi evire çevire her yarışmaya sokar.
"Türkiye'de yarışmacılık bir meslek"
Yani rumuzuna bakmadan, çizim tekniğinden tanırsınız…
DA: Türkiye'de yarışmalar kapalı değildir. Jüriler kimin yarışmaya girdiğini anlar. Bir kere bu çok kötü bir şey, ne işin var senin her yarışmada? Yarışma, bir sözüm var demektir ve her konuda sözü olmaz insanın. Dolayısıyla yarışmacılık bir meslek değildir ama Türkiye'de öyle. Bu, gençlerin de önünü kapatıyor. Herkesin beğendiği, kolay bulduğu, rahat okuduğu bir dil oluşuyor. Bunun dışındaki dilleri anlama isteğini ortadan kaldırıyor ve çok güvenli bir ortam yaratıyor. Zaten Türkiye'de güvenli olanı seçmek gibi bir eğilim de var. Dolayısıyla yarışmalar fikir düzleminde ilerleyemiyor. Jüriler yeterince emek vermiyor.
Jürilerin uyanık olması gerektiğine de dikkat çekiyorsunuz.
DA: Tabii, tartışmasız. En son iki yarışmada daha rastladım; kafam bozulsa ortaya çıkaracağım alıntı yapılan işleri. Bu defa da güya iyi jüriler seçildi. Halen kimsenin hiçbir şeyden haberi yok. Alıntı sorununun dışında bir de düzey sorunu var. Kritik olan bu... Asıl sorun, jüri üyesinin nasıl bir proje beklediğini biliyor olmasıyla başlıyor. Yani kendini sıfırlayamıyor. İkincisi, zaten beyninde on tane isim var, acaba hangisi diye düşününce bir de oradan gol yiyor. Artı, adı fikir yarışması olsa bile bunu nasıl uygulayacak diye soruyor. Yani jüri, hangi yarışmanın formatında olduğunu da bilmiyor aslında. Avan proje havasındaki yarışmalara baktığınızda, o da sanki uygulama projesi yapılacak gibi… Kaç tane jüri varsa onlara hitap eden yirmi tane gereksiz doküman istendiğini görüyorsunuz. İki tane basit paftadan anlaşılacak proje için gereksiz emek harcanıyor. Sonuçta her şeyin başlangıcı fikirdir, ondan sonra her şey olur zaten. Tabii ki iyi sonuçların alındığı işler de oluyor. Mesela Sevince ve Oral'ın ‘Göğe Bakma Durağı' projesi de bir yarışma ürünüdür ve çok akıllıca seçilmiştir. Formatı, sonucu, imalatı, her şeyiyle çok başarılı bir yarışma uygulamasıdır.
SA: Bu kısır döngü hikayesinde bir şeyi sanki hep atlıyoruz. Yarışmaları ya belediye ya da İl Özel İdaresi düzenliyor. Özel kurumların düzenlediği yarışma sayısı çok az. Bunu kim talep ediyor, nasıl talep ediyor, hangi formatta ne istiyor? Çünkü parayı verecek, projeyi satın alacak olan o. Jüriyi de o belirliyor. Benim biraz daha içini bildiğim, o belediye hikayesi aslında çok etkili. Deniz jürilerde de bulunduğu için ortamı çok iyi biliyor ama işin bir de bu yönü var. Sevince ve Oral'ın işini beğeniyoruz çünkü düzenleyen MoMA'ya bağlı bir birim, bambaşka bir düzeyde tarif edilen bir program. Belediye ve il özel idaresindeki bakış açısı değişmediği sürece, jüride isteğiniz kişileri de görevlendirseniz hiçbir şey değişmez.
"Yaşlı mimarların yarışmaya girmesinden nefret ediyorum"
DA: Ben buna çok katılmıyorum. O kısım sonuçla ilgili. Belediye veya yarışmayı düzenleyen kimse zaten elinde bütçesi yok, yapma niyeti de yok ama biraz mimarlara hoş görünmek için biraz da seçimlerin etkisiyle, "elimde birkaç tane render'ım olsun" diye yarışma açıyor. Bir yarışma imal edilmeyebilir, benim asıl vurgulamak istediğim nokta; yarışmaların kendisinin son derece fikre kapalı ve vizyonsuz olması. Yarışmacı da çalışmıyor, jüri de çalışmıyor. Herkes cebindekiyle geliyor. Çok şekilci, bildik, düşünmeye enerjisini harcamak istemeyen bir jüri ve yarışmacı kitlesi... Bir yanda bu ortamdan ötürü yarışmaya hiç girmek istemeyenler, diğer yandan da fütursuzca alıntı yapanlar var. Dolayısıyla etik anlamda sorunları olan bir olguya dönüşüyor. Tabii ben bir genelleme yapıyorum, özelde iyi işler yapılır.
Sevim'in söyledikleri bence çok önemli ama ben tamamen mimar-mimar ilişkisinden ya da o değerlendirme mekanizmasının ortak aktörlerinden bahsediyorum. Çünkü jüri de zamanının yarışmacısı. Kritik olan, bilenlerin gereğinden fazla bilmesi ve entelektüel düzeyin giderek düşmesi.
Sonuç olarak, yarışmalara karşı olan mesafemi sürdürüyorum. Yarışmaya ödül için değil, bir yayın yapmak için girilir. Yarışmaların en önemli hedeflerinden biri de gençleri ortaya çıkarmaktır. O yüzden yaşlı mimarların sürekli yarışmaya girmesinden hakikaten nefret ediyorum. Yaşlı derken, kendimi de yaşlı paketine koyuyorum. Yarışmanın amacı, gençlere piyasada yakalayamadığı seçeneği vermektir. Bu hep ıskalanan bir konu.
Öğrenci yarışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
DA: Benzer sorunlar öğrenci yarışmaları için de geçerli. Bu defa da bir tür yargılama çıkıyor karşımıza. Dekan, bölüm başkanı vb konumlardan sıyrılıp, kim ne düşünüyor, başka ses var mı diye bakmak lazım. Arada çatlak seslere de yer vermeli, ortamı çoğaltmalıyız. Her şeye rağmen öğrenci yarışmaları daha zengin ortamlar sunuyor.
SA: Bizde de yarışmaya girildiğinde, çok ses olsun, fikir jimnastiği için fırsat yaratılsın diye ofisçe girilir.
DA: Sonuçta yarışma ‘sözüm var'dan ibarettir. O yüzden jürilerin görüntüyü değil sözü avlamaları gerekir. O görüntü zaten gelişir. Mimarlık düşüncesi olmayan binanın mimarlıkla bir ilişkisi yoktur. Eskiden, "bir bina mimarlık, iki bina şehircilik" derlerdi. Hala o kültürü sürdürüyorlar.
Her şeyi çok eleştiriyorum ama Türkiye'yi de bu enteresan değişkenliği ve tanımsızlığıyla seviyorum. Çok zor, çok yorucu ama öte yandan insanı heyecanlandıran garip bir dinamizmi de var. Ana sorun, bilgi üzerine kurulmamış olması…