Seda Yılmaz kimdir, ne iş yapar? Daha da önemlisi modaya olan ilgisi ne noktada baş gösterdi ve nasıl ilerledi?
Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunuyum. Ancak henüz üniversitede okurken Harper's Bazaar'da staj yapmak istiyorum diye tutturmuştum. Zaten ilk stajımı da orada yaptım. Çok komiktir; bana hep "Bir kere bulaştın mı, kurtulamazsın" derlerdi… Nitekim bir ay diye başladım, o iki aya uzadı, hatta okul ile birlikte part-time çalışma olarak devam etti. Gelip gidiyordum, onlara çeviri yapıyordum. Onların desteği elbette çok etkili oldu. Bana bu işi bırakmamamı söylüyorlardı. Zaten sonrasında da her şey çorap söküğü gibi gelişti. Okulu bitirir bitirmez Londra'da "London College of Fashion"da verilen "Fashion and Lifestyle Journalism" (Moda ve Stil Haberciliği) isimli bir sertifika programına başvurdum. Bu, altı aylık bir programdı ve beni Londra'ya sürükledi. Londra'ya gitmeden önce başka yazı deneyimlerim de olmuştu; Boyner'in Mecmua'sına, Madam Figaro'ya küçük küçük bir şeyler yazmaya başlamıştım. Ama tam da "Ben şöyle şeyler yazmak istiyorum" dediğim bir safhada değildim. Ne verirlerse yazıyordum. (gülüyor)
Londra deneyiminiz size neler kazandırdı?
Londra'da yaklaşık on ay yaşadım. Orada iki dergide staj yaptım ve her şeyi değiştiren şehir Londra oldu. Ne yapacağımı biliyordum, hep yazmak istediğimi ve yazacağımı da… Ama başka bir gözle bakmanızı sağlıyor Londra; inanılmaz zihin açıcı bir yer.
Peki ya döndükten sonra?
Döndükten sonra ilk olarak Beymen'in görsel düzenleme ekibinde çalıştım. Ama çok uzun süre değil, yalnızca dört ay… Başka bir dergiden teklif alınca ayrıldım çünkü her zaman kelimeler daha cazip geliyordu. Zaten tüm işleri yazı için terk ederim. (gülüyor) İşte ardından All dergisi geldi. Bir sene boyunca All, Mayadrom ve YKM dergilerini çıkaran ekibin içinde editör olarak yer aldım. Orada artık "Ben moda yazıyorum" diyebiliyordum. Ama hiçbir zaman "moda yazarıyım" gibi büyük cümleler kurmadım; kuramıyorum. Ben yazıyorum, çünkü yazmayı seviyorum.
İstanbul Moda Akademisi'ne gelene kadar nasıl bir seyir izledi kariyeriniz?
All'dan ayrılmamın ardından bir süre gerçekten hiçbir şey yapmadım. Gezdim, bütün gün Taksim'de İstanbul Modern'de geziyordum. Ardından yavaş yavaş işler gelmeye başladı. Harvey Nichols Dergi, WGSN isimli "trend forecasting" (trend öngörüsü) şirketinin web-sitesindeki İstanbul Guide… Freelance işler geldikçe onları yakalamaya çalıştım. Harvey Nichols Ajans Medya bünyesinde çıkarıldığı için Time Out gibi dergilerde de yazdım. İstanbul Moda Akademisi'ne ise bir arkadaşım vasıtası ile girdim. Geçen Kasım ayından bu yana öğrenci işleri ile ilgileniyorum. Benim işim ile doğrudan alakalı değil ama, bir yandan sürekli genç insanlarla tanışmayı çok seviyorum. Bana bir sürü hikaye veriyor.
Bir de moda blogunuz var. Sanırım uzun zamandır da yayında...
Artık bloguma çok yazı yazar oldum. Eskiden bir arşiv gibi kullanırdım. Ama artık bütün moda, sanat, tasarım üçgeninde dönen tüm yazılarım orada! Orası benim oyun alanım diyebilirim çünkü hiçbir şey düşünmeden, çok rahatlıkla kaleme alıyorum istediklerimi.
Türkiye'de moda blogları, en azından yurtdışındaki örnekler ile karşılaştırıldıklarında, halen yazar açısından da okuyucu açısından da çok popüler değiller. Ancak yabancı bloglarda, bloggerların yaşadıkları ve gezdikleri kentler ile güçlü bir ilişki kurmaları dikkatimizi çekiyor. Sadece yazılanlar ile değil üstelik, fotoğrafların niteliği ile ve hatta kıyafet seçimleri ile...
Kesinlikle. Ben öncelikle, insanların yaşadıkları şehirlere göre giyindiklerine inanıyorum. İkinci olarak ise, mimarinin içinde moda ile ilgili şeylerin gizli olduğuna da inanıyorum. Bu bir bina da olabilir. Ben bir gün Galata'da gezerken perdelerin üzerindeki ve camların önündeki çiçekleri görerek, "Aaa, bu sezon da çiçekler var" diyebiliyorum. Belki, evet, alakasız; tabi ki her yerde çiçekli bir şeyler görebiliriz ama o, gözünü açtığın zaman bir şeye ilham verebilir. Şehirlere göre giyinmek hakkında da şunu söyleyebilirim. Şehirler insanlara bir takım özgürlükler veriyor; kendinizi özgürce ifade edebilme özgürlüğü...
Ama bazı şehirler! Mesela şimdilerde Stockholm bu anlamda çok ön planda. Ama bence İstanbul'da insanlar kendilerini giyim ile özgürce ifade edemiyorlar. Sürekli "Nasıl bakarlar, ne derler?" soruları var akıllarda. Ki aslında çok tarihi de bir şehir! Ama o tarihe de kapalıyız, etkilenemiyoruz, o da başkasının etkisi oluyor. Halbuki bir çok Avrupa şehrinde tarih, başkasının etkisi değildir; kıymetli, değerli bir şeydir.
Öyleyse blogları, özellikle mimarlık, kent ve moda ilişkisini yeniden kavramak ve anlamlandırmak adına faydalı mecralar olarak görüyor musunuz?
Evet, çünkü blog yazarlar herhangi bir şey ile sınırlandırılmadıkları için daha geniş bir perspektif ile bakabiliyorlar. Onları tutan bir şey yok. Orada özgür ve istediğini yapıyor; zaten çok ama çok yaratıcı işler var. Dolayısıyla mimarlık ve moda arasındaki ilişki orada da var. Zaten modanın gerçekten disiplinler arası olduğuna inanıyorum. Bu ilişki moda ile müzik arasında da, sinema, ekonomi arasında da var. Çünkü moda çok açık bir alan; sürekli etkileşim içinde... Mimarlık ile hiç bir ilgim yok ama, bir dönem yapıların daha sert formlar alması ile kadın kıyafeti tasarımlarında daha köşeli hatların ortaya çıkması arasında rahatlıkla bir ilişki tasavvur edebiliyorum.
Seda Yılmaz'ın "The Wondrous World of Wonderland" isimli bloguna ulaşmak için lütfen tıklayınız.
Bu söyleşideki katkılarından ötürü Melis Mercül'e teşekkürlerimi sunarım.