Bu iki süreç arasındaki temel farklılık nedir sizce?
Temel fark, Bon Pastor'da "burayı yıkıyoruz ve sizi başka bir yere tahliye ediyoruz" dememeleri. İnsanların Bon Pastor'da kalmasına izin veriyorlar, fakat giderek koşulları onların barınamayacağı bir hale getiriyorlar. Türkiye ise yerinde barınma hakkını şu an tanımıyor. Burada yaşanan süreç çok zalimce, burada her şey çok kör gözüm parmağına yapılıyor.
Evet, Bon Pastor'daki proje, Sulukule'dekinin aksine insanları ilk etapta yerlerinden etmiyor, ama bu uzun vadede onların tahliye olmayacağı anlamına da gelmiyor, söylediğiniz gibi. Fakat Sulukule sürecindeki temel taleplerden biri de Sulukulelilerin yerlerinde barınmalarının sağlanması idi. Ekonomik anlamda iyileştirme sağlanmadığı sürece Sulukulelilerin yerlerinde kalması sağlansa bile, zamanla onlar da tahliye olmayacak mıydı?
Alternatif projeyi tartışırken bunu epeyce düşünmüştük aslında biz. Önce var olana bakalım: Sulukule'de yaşamakta olan 5000 kişi başka bir yere taşındı. Bunların bir kısmı TOKİ tarafından şehrin dışında bu insanlar için yapılan toplu konutlara "sürüldü". Bu konutlara taşınanların hiç birisi orada kalamadı ve Sulukle civarına geri döndüler. Kiracı oldukları için hak kazanamayanlar şehrin başka bölgelerine dağıldılar. Ve Sulukule'de yeni kullanıcılar için yeni inşaatlar yapılacak. Bütün bunların yarattığı travmalar bir tarafa, kamuya açtığı maliyete baktığımız zaman ancak inşaat sektörü hareketlendi, diye sevinebiliriz. (Gülümsüyor)
Eğer Sulukulelileri yerinde tutarak orada basit iyileştirmelerle, basit onarımlarla mahalle sağlıklaştırılsaydı, yani "yerinde dönüşüm" yapılabilseydi o zaman yeni evler yapmaya gerek kalmayacaktı, insanlar yerlerinden edilmeyecekti ve kamu çok küçük bir maliyetle o alanı yine kente kazanmış olacaktı.
Sulukule mekanın rant değerini çok artırmadan bir iyileştirme yapılabilirdi, ayrıca mahallenin asıl ihtiyacı olan istihdam ve sağlık gibi sosyal sorunlar çözülebilirdi, böylece zaten mahallelerini terk etmeyi istemeyen Sulukuleliler mahallelerinde yaşamayı finanse edebilecekler hem de bir kentsel alan sağlıklılaştırılmış olacaktı…
Ama amaç bu değildi ki zaten…
Evet, amaç kültürel soykırım olduğu için bu yolu tercih etmediler!
Başka ne gibi farklılıklar bu iki süreç arasında?
Türkiye, insan hakları bakımından İspanya'nın daha gerisinde. Oradaki topluluk temel vatandaşlık haklarına sahip bir kere ve bizdeki gibi gündelik hayattan dışlanmıyor.
Türkiye'de ise Roman olduğunuz için çocuğunuz okulda eğitim göremiyor: Öğretmen Roman çocuklarına "Sen dışarı çık, ben sınav yapacağım" diyor ya da bir veli gelip "Benim çocuğumu bu Romanlarla aynı sırada oturtmayın" diyor. Kiracı olamıyorlar, iş bulamıyorlar, hastaneye gidince itilip kakılıyorlar ve bu olay en sonunda Selendi'deki gibi bir linç girişimine dönüşebiliyor. Kamu yöneticileri bile güya pozitif ayrımcı politikalar yaparken, "esmer vatandaşlar" diyorlar. Bütün bunlar insan haklarına sığmıyor.
Sulukule'de tamamen yıkıp, yeniden inşa etme gibi bir anlayış varken ki eğer insanların yerlerinden olması istenmiyorsa "etaplama" önemlidir, orada "etaplama" yaklaşımı var.
Bon Pastor'da projenin istenip istenmediğine dair referandum yapılması demokratikmiş gibi görünse de oradan gelen arkadaşlar bunun bir kandırmacadan ibaret olduğunu anlattılar. Bizde ise referandum yapılmadı, ama anketler yaptırıldı belediye tarafından. Orada da sorular "İçinde yaşadığınız şartlardan memnun değilsiniz, değil mi?" şeklinde gayet yönlendirmeliydi. Birinde referandum, birinde anket olmak üzere en sonunda bu yöntemlerin ikisi de "mahalleli zaten yaşadığı koşullardan memnun değil" diyerek süreci meşrulaştırma aracına dönüşüyor.
Bir de az önce de söylediğim gibi üniversitenin, meslek odalarının ve sivil toplumun Bon Pastor'a yaklaşımı beni çok şaşırttı. Türkiye'de bu kesimden ciddi bir destek var.