Türkiye'deki mimarlık üretimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'de mimarlığın çok uzun bir geçmişi yok. Bakıyoruz, sadece Mimar Sinan var diyoruz…
Hangi açıdan yok?
Sivil mimarlık açısından yok. Geçmişimize baktığımız zaman, daha çok saraylar, devlet binaları, anıtsal yapılar görüyoruz. Sadece Türkiye için demiyorum. Kıbrıs'ta da Lüzinyanlar, Venedikliler döneminde yapılmış sarayı, kaleyi, katedrali başka bir yerde görmek mümkün. Paris'teki meşhur Notre Dame Katedrali'nin aynısı Kıbrıs'ta var. Lausanne'daki gotik kilisenin içine girince yine benzer birçok detay görüyorsunuz.
Türkiye'ye dönüp baktığınızda ise sivil mimarlığın yok olduğunu görüyorsunuz. Ermeni ve Rum ustaların yaptığı küçük taş binalar var. Ahşap olanlar zaten yanmış. Sonra Cumhuriyet dönemi mimarlığı geliyor ve daha çok 1930'lardan sonra yapılan sivil mimari örnekleriyle karşılaşıyoruz. Tabi tüm bunlar dünyadaki, Avrupa'daki mimarlık dinamiklerinin etkisiyle şekilleniyor. Özellikle 1940'larda, 50'lerde Almanya'nın Türkiye'deki mimarlık üretimi üzerine çok büyük etkisi var. Kıbrıs'ta ise mimaride İngiliz kültürü hakim olduğu için, elektrik sistemleri dahil birçok sistem, birçok terim buradan alınmış.
Türkiye'ye 1980'lerde geldim. Daha önce Avrupa'nın belli bir kısmını görmüştüm, ama burayı pek tanımıyordum. Ailece sık sık İngiltere'ye gidip geliyorduk. Kıbrıs'ta tarihi dokunun yanında sivil mimarlık da çok gelişmişti. Hatta üniversitedeki bir projemde, Kıbrıs'taki Osmanlı eserlerini araştırmıştım. Açıkçası fazla eser yapmamışlar. Zaten mimarlık alanındaki eksikliğimiz bu. Benim gözümde Osmanlı, dünyada mimarlığı ile isim yapmamış. Belli yerlerde köprüler, camiler yapılmış. Kalan kalmış, çoğu ise yıkılmış, gerektiği gibi korunamamış. Aynı şekilde Kıbrıs'ta da pek bir şey kalmamış. Baktığınız zaman Osmanlı 300 sene burada hüküm sürmüş diyemiyorsunuz.
Günümüz İstanbul'una nasıl bakıyorsunuz?
Günümüz koşullarında inşaat maliyetleri çok yüksek. Gelişen teknoloji ile insan ihtiyaçları, bir hafta öncekine göre bile değişiklik gösterebiliyor. Konutlar şimdi çok değişti. Yapılan binanın gerek tesisat gerek fonksiyon açısından değişimlere ayak uydurabilir şekilde olması lazım ki daha uzun vadeli olsun. Çok ciddi yatırımlar yapılıyor, binanın ömrü kadar taksit ödüyorsunuz. Peki sonra ne olacak? Ben aynı zamanda gayrimenkul değerleme uzmanıyım. Gayrimenkul şu anda yükselen bir değer. İstanbul, dünyada çok değerli bir konuma sahip. Her yeni yatırım, arkasından gelecek yatırımın artı fiyatla satılması, yani fiyatların artması anlamına geliyor.
Peki organik yaşamı ve insan mutluluğu ön planda tutan bir mimar olarak İstanbul'un yapılaşmasındaki bu artışı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Organik bir gelişim değil tabi ki… İstanbul'daki yapılaşma, zamanında Avrupa'da, Amerika'da sosyal konut tarzında yapılmış ve artık terk edilmiş bir model. İnsanlar proje veya maket üstünden yerini dahi bilmedikleri bölgelerden konut alıyorlar. Yurtdışında banliyö diye tabir edilen yerlerde… Oysa banliyö şehrin yükünü azaltıp, daha ucuz arazilerde, daha ekonomik konutlar yapmak için geliştirilmiştir. İnsanların ekonomik bir şekilde şehir merkezine, işine gidip gelmesi için gerekli ulaşımı sağlanır. Bizde öyle mi?
Mesela Çekmeköy örneği... Şimdi oralara banliyö yaklaşımında lüks konutlar yapıyorlar. Fiyatlar çok yüksek, üstelik kolay ulaşılabilirlik de yok. Zaten çoğu insan da yaşayamıyor oralarda, şehre geri dönüyor. Şehir merkezleri her zaman değerini korur, hatta yükselir, ama şehir dışı yatırımlarının hep yükselişte olacağını söyleyemem.