"Bizans ve Konstantinopolis'in yarattığı prestije kıyasla, arkeolojik çalışmalar eksik kaldı"
Henri Prost'un bazı plan çizimlerinin de burada olduğunu biliyoruz…
Prost planlarının yanı sıra, 19. yüzyıla ait onlarca el yazması Osmanlı planına rastlıyoruz. Atatürk Kitaplığı'ndaki bu değerli malzemelerin daha önce incelendiğini pek zannetmiyorum.
Sözün özü, mimarlık konusunda İstanbul ile ilgili yeterince malzeme olduğunu düşünüyorum. Yani bilgi açısından bir eksiğimiz yok. Tabi malzeme olması, yeni söylemlerde bulunmaya ve bunları yeniden yorumlamaya da engel teşkil etmiyor.
Alain Borie ve ben, bir kenti incelerken öncelikle kent üzerine bir şeyler söylemek istiyoruz ve bu, İstanbul için biraz zor bir durum. Bizans dönemini incelemek zor, çünkü İstanbul'da yeteri kadar arkeolojik kazı yapılmıyor. Bugün artık bu durum değişiyor ama Cumhuriyet'in ilk yıllarında, 1930'lu 1940'lı yıllarda, Türk hükümeti, burada çalışan Fransız araştırmacıları, arkeolojiye çok fazla merak sarmalarından ötürü kınamıştı.
Yani Prost'un İstanbul planını hazırladığı dönemde…
Evet. İngiliz, Alman ve Amerikalı araştırmacılar da bu durumdan nasibini almıştı. Prost ise, Bizans dönemiyle fazla ilgilendiği ve imparatorluk saraylarında kazı çalışmaları öngördüğü, arkeolojik park önerisinde bulunduğu için eleştirilmişti. Sonuçta, farklı nedenlerden ötürü, özellikle de mali nedenlerle –çünkü kamulaştırma masrafları bu projeyi çok maliyetli kılıyordu- arkeoloji kazılarından vazgeçildi. Her şeye rağmen bu kazıların halen yapılabileceği kanısındayım. Çünkü alanın üzerindeki yapıların temelleri pek derine inmiyor. Bazı noktalarda halen bozulmadan korunan Bizans arkeolojik tabakalarından söz edilebilir.
Prost'un düşüncesi, 1933 yangınını fırsat bilip, arkeolojik park düzenlemesinden önce alanda bir kazı çalışması gerçekleştirmek yönündeydi. Ama bu konuda bir isteksizlik hakimdi ve ulusalcılık akımının baskın olduğu bir dönemde Türk hükümeti, yabancı araştırmacıları; Bizans mimarisi ve Osmanlı mimarisine duydukları ilgiyi dengelemeye teşvik etti.
Dolayısıyla, Bizans tarihi ve Konstantinopolis'in yarattığı prestije kıyasla, arkeolojik çalışmalar açısından bir eksiklik yaşandığını kabul etmeliyiz. Bizans eserleri arasında daha çok kiliseler konusunda bilgi sahibiyiz çünkü bunlar camiye dönüştürülerek varlıklarını sürdürebildiler.
Kitapta, Rum ve Ermeni kilisesine dönüştürülen Bizans kiliselerinin bile bugüne ulaşamadığına, çünkü çoğunun 19'uncu yıkılarak yerlerine yenilerinin yapıldığına dikkat çekiyorsunuz.
Evet, 1820'lerden itibaren yıkımlara başlanıyor çünkü II. Mahmut döneminde idarenin daha liberal hale gelmesiyle birlikte, Hıristiyan nüfusa kendi ibadethanelerini inşa etme hakkı tanınıyor. Böylelikle harap durumdaki Bizans kiliseleri yıkılarak, bazilikal planlı yeni kiliseler inşa ediliyor. Ki bunların da şahsen çok güzel yapılar olduğunu düşünüyorum.
Daha önce yazılan metinler sayesinde, Bizans kentinin strüktürü, önemli caddeleri vs hakkında genel bir bilgiye sahibiz. Bu aynı zamanda; "Bizans kent dokusunun izlerini modern kentte halen görmek mümkün" savını kanıtlamaya çalışan Bizantologları da yakından ilgilendiren bir konu.
Depremler, yangınlar ve modernleşme çalışmaları kentte o kadar büyük bir dönüşüme neden oldu ki, bu iddia uzun süre inkar edildi. Ben de uzun yıllar, Antik Çağ ya da Bizans İstanbul'undan bugüne, sokak ve parsel düzeyinde korunarak ulaşan herhangi bir doku olamayacağı konusunda hemfikirdim. Ancak bugün kente tekrar o gözle baktığımda pek çok örnek görebiliyorum.
Bu duruma örnek olarak Samatya'yı gösteriyorsunuz…
Bu konuda herhangi bir kanıtım yok. Ama tahminlerime göre Samatya, Osmanlıların yeniden kentleşmeye başladıkları 15. yy sonu–16. yy başının kentsel dokusundan izler taşıyor. Çünkü form olarak Orta Çağ ya da 16. yy kent dokusunu çağrıştırıyor. Zaten semtin formunun değişmiş olması için herhangi bir neden yok. Tıpkı Orta Avrupa'daki Orta Çağ kentlerinde olduğu gibi burada da, paralel yollar ile dar ve uzun parseller görüyoruz. Tabi binalar 20. yüzyıla ait…