"Mimarlar Sulukule'de yaşayan insanların özel alanlarına müdahale ediyorlar ve yaptıkları projeyle onların temel hak ve hürriyetlerini ortadan kaldırıyorlar. ‘Kamu böyle istediği için biz bunu yaptık' diyemezler. Onlar kamu fikrini sorgulamak zorundalar" diyen İnsan Yerleşimleri Derneği Başkanı Mimar Korhan Gümüş ile Sulukule Yenileme Projesi üzerinden mimarların sorumluluğunu ve mimar- kamu ilişkisini konuştuk.
Çok eleştirilen Sulukule Projesi gibi insanların sit alanında yaşadığı bölgeler için yapılan projelerde, genellikle siyasetçiler suçlanıyor. Mimarların buna katkıları yok mudur? Mimarlar kime karşı sorumludur?
Bazı mimarlar sorgulanmamış metaforlarını uygulamaya çok alıştılar. Egoları iyice şişti. Boş araziye konut yapar gibi kentin merkezinde iş görebileceklerini zannediyorlar. Kamu gücünü arkalarına alıp insanların özel mekanlarına müdahale ediyorlar. Bu yalnızca etik bir sorun değil, aynı zamanda profesyonellik açısından da önemli bir sorun. Mimarlığın kentle ilişkisini, kamusal boyutunu, özel alan-kamusal alan ayrımını, temel hak ve özgürlükleri ihlal ediyorlar. Ancak yanlış anlaşılmasın: Elbette ki kendi fikirlerini sergilemelerine bir diyeceğim yok. Hiç beğenmesem de, yeterli bulmasam da bu mimarların kendi düşüncelerini ifade etmelerini savunuyorum. Bu onların en temel hakları. Ama sorun şurada. Bu mimarlar kendi yaptıklarının öznelliğini inkar ediyorlar. Kamusal bir nitelik taşıdığını zannediyorlar. Oysa üniversite eğitimi ile edinilen bir uzmanlıktır, bu kurumlar uzmanlık diploması verir. Bu nedenle bu tür projeleri yapan, bir zanaatkar gibi bina resmi çizmeyi mimarlık yapmak zanneden bu mimarların diplomalarının iptal edilmesi gerekir. Meslek kuruluşunun kamusal işlevleri özelleştiren ve ne yaptıklarını sorgulamayan bu mimarları ayrıca onur kuruluna vermesi gerekli.
Diyelim ki eğitim almadılar. Halka zehirli et yediren kasap "N'apıyım sistem böyle, buzdolapları çalışmıyor" diyebilir mi? Böyle diyebiliyorlarsa bu, bilerek yaptıkları anlamına gelmez mi? Kasabın bir sorumluluğunun olduğu gibi mimarın da hizmet verdiği insanlara karşı bir sorumluluğu var.
Mimarın müşterisi, kamu yönetimi değildir. Çünkü kamu yönetimi bir şirket gibi, bir vatandaş gibi özel alanda yer alan bir aktör değildir. Kamusal bir işlev söz konusu ise, mimarın müşterisi projenin ilgilendirdiği kişilerdir, proje alanında yaşayan insanlardır. Mimarlar, hukuki olarak proje konusu olan yerde yaşayan insanlara hizmet etmek zorundadır ve kamu da bu hizmete aracılık eder. Kamu rolünü yerine getirmiyor olabilir. Ama kamu dediğiniz şey nedir ki zaten? Gökten zembille inen, kendiliğinden kurumlaşan bir şey değildir. Profesyoneller, Chantal Mouffe'un dediği gibi kendiliğinden kamusal alanda yer almazlar, yaptıkları ile kamusal olana yol açarlar. Bu nedenle kamusal bir işlev olarak mimarlıktan söz ediyorsak, siyasetçilere bakmak yetmez. Hatta siyasetçilerden çok uzmanlara, kamu fikrini özelleştiren aktörlere, onların ne yaptıklarına bakmak gerekir. Burada profesyonellikle ilgili bir skandal var. Kriz profesyonelliğin krizidir. Çünkü kamusal alana yol açmak, Mouffe'un dediği gibi profesyonellerin yapması gereken bir iştir.
Mimarlık bina resmi çizmekten ibaret bir uzmanlık değildir. Kamu ile kapalı ilişkiler kuran mimarlar insanların özel alanlarına, yaşamlarına müdahale ediyorlar ve yaptıkları projelerle onların temel hak ve hürriyetlerini ortadan kaldırıyorlar. Mimarlar "kamu böyle istediği için biz de bunu yaptık" diyemezler. Kamu fikrininin nasıl gerçekleştiğini sorgulamak zorundalar. Hele bir de projeyi yapanlar üniversite öğretim üyesi iseler, o zaman durum daha vahim bir boyut kazanıyor. Çünkü kamu fikrinin çoklu öznelliklere, katılıma açılması, siyasetin basit bir temsil işlevi olarak gerçekleşmesi değil, tartışmaya ve kritik düşünceye açılması, sorgulanması onların temel görevidir.
Mimarlar, sistemle olan ilişkilerin daha mı farklı kurgulamalılar?
Kralın çıplak olduğunu kimse fark etmiyor. Alt alta bir birini himaye eden bir patronaj yapısı oluşuyor. Bence buradaki meslek insanlarının, mimarların kamusal süreçlere müdahale etme biçimi, karşımıza çıkan zincirleme patronaj yapısını çözecek kapasiteyi taşımalı. 10. İstanbul Bienali Küratörü Hou Hanrou eylemsel bir iyimserlikten söz ederken de bunu kastediyordu zaten. Yani, bizim mimarlar, sanatçılar olarak sistemle olan ilişkimiz, sıradan vatandaşın sistemle olan ilişkisi gibi değil. İnsanlar itiraz edebilirler, karşı çıkabilirler ama bizim karşı çıkmaktan başka yapabileceğimiz şeyler de var. İşleyişi dönüştürme kapasitesine sahip olan biziz, kamu ya da vatandaş değil.
Bu durumda mimarlar daha politik mi olmalı?
Evet, daha politik olmalı. Çünkü sürece biz kendi işlevimizle kamusal süreçlere müdahale edersek, ancak o zaman bir şeyler değişir. Bugünkü sistemin örgütlenmesini çözmek için Mimarlar Odası yetersiz kalıyor. Mimarlar Odası'ndan mimarlar daha fazla şey istemeli. Demek ki, bizim daha politik konuşmamız, daha politik olmamız lazım. Profesyonelliğin politikası üzerinden konuşmamız gerekiyor ki, mesleki uygulamaların bütünü üzerinde bir değişiklik yaratabilelim. Kültür Bakanı, Sulukule Projesi'ni itiraz edenlerin marjinal gruplar olduğunu söyledi. Hiç de marjinal bir durumdan söz etmiyoruz, hukuk devletinden ve profesyonellikten söz ediyoruz. Yani modern toplumun en önemli iki önemli kavramından söz ediyoruz. Profesyonellik olmadan bir kent yaratıcılığa açılamaz.
Sulukule projesi bazı mimarların nasıl dışlayıcı, nasıl tekelci bir ilişki içinde olduklarını gösteriyor. Bunlar, para hırsıyla kamusal gücü arkalarına aldıkları için bağımsız durmak şöyle dursun, kamuya bağımlı olarak kamu fikrinin özelleşmesine hizmet ediyorlar. O mimarların yaptıkları proje rekabet kanunu açısından yapılmaması gereken bir iştir, yani suçtur. Çünkü farklı fikirlere olanak tanımayan bir yönteme alet oluyorlar. İnsan hakları ihlalleri yaratıcı sınıfın bağımlı olduğu zamanlarda ortaya çıkar. Dünyanın her yerinde mimarlığın esnaf işi olmadığı, sadece bina çizmek olmadığı, kamusal boyutunun olduğu söylenirken onların alanı kapatmaya çalışması büyük bir çelişki arz ediyor. Kamu alanı çoklu öznelliklere açılması gereken bir alandır ve mimarlık kasaplık gibi bir iş değildir.
"Mimarlık sivil alana ait bir iştir"
Mimarın müşterisinin kamu yönetimi olmadığını, halk olduğunu söylediniz. Peki, kamu ile mimarlık arasında nasıl bir ilişki var?
Kamu hizmet binaları yaparken bile farklı öznelliklere açılması gereken bir iştir mimarlık. Kaldı ki bir yerleşim alanında, farklı aktörlerin olduğu bir alanda mimari bir proje yapıyorsanız, kamu işlevi su borusu döşemek, gaz dağıtmak gibi ortak alana ait bir işlev tasarlamıyorsunuz. Kamu organları, modernleşmenin ihtisaslaşmış dillerinin kurumlarıdır aslında. Kamu yönetimleri 19. yüzyılda bu ihtisaslaşmış organlarla şekillendi. Fakat 1980'lerden sonra kenti kendisine eklemleyen, resmi işlevlerle dönüştüren kamu modeli iflas etti.
Çünkü bu segmente olmuş resmi kamu kentsel hareketliliği temsil etme kabiliyeti olmadığı için değişimi yönetmekte başarısız kaldı. 1930'larda da başarılı değildi, ama o zamanki yönetim modeli kamu alanı çok dar olduğu için sadece ve sadece kentin sivil yapısını kendisine eklemliyordu ve müdahalelerle o yapıyı modernleştiriyordu. Bu ilerleme düşüncesini yaratmıştı. Bugün artık bütün aktörler siyasallaşmış durumda ve artık yapılan müdahaleler kentin bütününü temsil edemez ve dönüştüremez hale geldi. Bu nedenle tepeden inmeci, resmi kamu fikri özel olan tarafından işgal edildi. Sulukule projesinde karşımıza çıkan da bu. Yenileme alanını ilan eden, projeyi onaylayan organların içinde bölgede yatırım yapanlar var. Demek ki kamu çıkarların çatıştığı bir alan ve biz bunu teknik bir konu olarak gösterdiğimiz ölçüde müzakere alanını daraltıyoruz ve işgal edilmesine kucak açıyoruz.
Dikkat ederseniz Sulukule'de profesyonellik öznelliğini ele vermiyor, kendisini kamu fikri olarak sunuyor. "Sulukule Yenileme Projesi" diyorlar. Hayır, o projeyi yapan mimarın kendi projesi. Orada "Sulukule" yazabilmesi için öznelliğinin ortaya çıkması lazım. Yani sorgulanmamış bir kamu fikrinin imkansız olduğunun görülmesi lazım. Özel alana müdahale ediliyorsa, o kamu fikri olamaz. Kamunun gerçekleştirdiği bir şey çoklu olmak zorundadır. Mimarlık sivil alana ait bir iştir, kamuya ait bir iş değildir. Mimarlık, kendiliğinden kamu fikri haline dönüşemez. Ancak yarattığı dönüşümün kamusal boyutunun farkına varılmasını sağlayabilir.
"Hak ihlalleri var"
Sulukule için alan yönetim planının önemi nedir?
Alan yönetimi planı, İstanbul gibi arkeolojik bir sit üzerinde gerçekleşen gelişmenin, yani kendisini yeniden üreten kentin gelişmesini en geniş katılımla düzenleyen ve süreklilik gösteren bir plandır. Genel olarak İstanbul'da yaşadığımız kriz halini giderebilecek ve var olan sorunları çözecek bir planlama yöntemidir. İstanbul Efes, Bergama gibi terkedilmiş bir arkeolojik sit değil. Kaldı ki öyle olsa bile restorasyon ve geliştirme, ziyaretçilerin alanla ilişkisinin düzenlenmesi gibi pek çok yaratıcı faaliyet açısından gene bir yönetim planına ihtiyaç duyulur. İstanbul gibi üzerinde binlerce yıldır yerleşim olan ve yerleşimin hiçbir zaman sonlanmadığı bir arkeolojik alanda yapılması gerekenler, basit imar metotları ile hazırlanmış koruma planları değil. Zaten imar planı hazırlama yöntemleri ile koruma planı yaptıklarını söyleyenler de koruma planı yapamazlar, ancak envanter yapabilirler. Çünkü koruma planı tek başına bir uzmanın ya da uzmanlar grubunun yapabileceği bir şey değildir. Her zaman karşılıklı etkileşimle yapılması gerekir. Koruma planı sihirli bir değnek değildir.
Peki, Sulukule'de yapılması gereken nedir sizce?
Sulukule'de uygulanmak istenen projenin gözden geçirilmesinden yanayız. Çünkü, insanlar yaşadıkları yeri terk etmeden de yenileme yapılabilir. Herşeyi bir anda yıkıp herkesi sokağa atmaya gerek yok. Belediyeye ait olan ve projeye katılan bir arazi var. Oraya geçici konut yapılabilir. Adım adım insanlar o konutlara yerleştirilir ve evleri yenilenir. Ama herkes yıkıp yeniden yapmaktan söz ediyor, ki elbette bazı yapılar yıkılabilir. Fakat bazılarının da taşıyıcı sistemi değiştirilebilir, bazılarına modern tuvaletler yerleştirilebilir örneğin. Ama, bütün bunları büyük bir ekonomik değişim, kökten bir değişim öngörmeden yapmak gerek.
Ödediğimiz trilyonlarca liralık vergileri çeşmelere, kötü restorasyon uygulamalarına yatıracaklarına, oradaki insanların hayatını değiştirmek için bu fonlardan faydalanabilirler. O paraları tam da olması gerektiği gibi, yoksulların yaşam koşullarını iyileştirmek için harcayabilirler. Mimarların, tasarımcıların geliştirdikleri fikirlerle başka yöntemler denenebilir. Bunu yapabilecek bir çok uzman tanıyorum. Yoksa başka kentlerin deneyimlerine de uzanılabilir. Kamu, sosyal sorumluluğunu yerine getirerek, bu insanların yoksul oldukları için evlerini yenileyemediğini, iyileştiremediğini fark eder. Bu insanlara kredi verirler. Kültür Bakanlığı hibelerini kullandırır. Avrupa'da bu siyasi yandaş vs gözetmeksizin, sadece o bölgenin kalkınması için böyle yapılır.
Birdenbire herşeyi yıkmak ve kullanıcısı belli olmayan binalar yapmak doğru değil. Ben belediyenin ne yaptığıyla çok ilgilenmiyorum açıkçası. Ben bu projeyi yapan mimarlarla, yol gösteren uzmanlarla ilgileniyorum. Buradaki mimarların yaklaşımı bana profesyonelce gelmiyor. Bence işi bilmiyorlar. Ben, mimarlık birinci sınıf öğrencisi iken bile böyle proje yapmadım.
Öğrenciliğimizde bile mahallelere gider, insanlarla konuşurduk. Evlerin nasıl dönüştürüleceğine, mimari müdahalenin nasıl yapılacağına, hangi binanın neye ihtiyacının olduğuna bakardık. Bütün bunlar Sulukule projesi için de yapılabilirdi.Yerel yönetimin ilgili birimleri de projenin sosyal boyutuyla ilgilenebilirdi. Fakat öyle olmadı.
İşin mimari boyutunda da hak ihlalleri var mı?
Evet. Adamın iki katlı evi var; bir katından oturuyor, diğer katından kira alıyor. Aldığı kira ile de geçiniyor. Fakat belediye bu adama, iki katlı binasına karşılık bir daire vereceğini söylüyor. Bu açıkça bir hak ihlali! Bunu söyleyince de adamın orada yaşamadığını, oradan kira aldığını söylüyorlar. Ne fark eder, orası adamın malı. Aynı avluda yaşayan altı aileye belediye bir daire veriyor. Yani avluyu bir parsel sayıyorlar. Aynı avluda fakat farklı evlerde yaşayan bu insanlar bir daireye sığamaz ki! Burada özel alana müdahale söz konusu.
"Neo-Sulukule, bir yama gibi duracak İstanbul'un göbeğinde"
Osmanlı Mahallesi'nden kasıt ne?
Osmanlı tarzı konut yapacaklarını söylüyorlar. Hangi Osmanlıyı esas alacaklar? Cumhuriyet döneminde galiba yakın tarih pek olumlu görülmüyor. Osmanlının son dönemlerinin de bir çürüme, yozlaşma devri olduğunu, batı etkisinde kalındığını düşünüyorlar. Esas aldıkları Osmanlı 16. yüzyıl Osmanlısı. Halk yapılarından dolayı her ne kadar milliyetçi akım Osmanlı'ya karşı dursa da, anıtsal yapılardan dolayı bir 16. yüzyıl özlemi var. Mimarlık tarihi kitaplarında "İstanbul'un mimarisi 16. yüzyılda en yetkin haline kavuşmuştur" yazar.
1940'ların, 1950'lerin mimarisi hiç bu şekilde ifade edilmez. Halbuki çok renkli bir mimaridir bu dönemlerin mimarisi. Cumhuriyet döneminde de İstanbul'un çok renkli yapısının olduğunu gösterir. Hal böyleyken, var olanı yok sayarak hayali bir kent yaratılmaya çalışılıyor. Peki anıtsal yapılarda 16. yüzyıla öykündünüz diyelim, sivil mimaride ne yapacaksınız? Sivil mimaride 16. yüzyıl örneği bulamazsınız ki! Farkında olmadan sanayi devrimi sonrasında yapılan modern konutlara; yüzyıllık ahşap binalara takılıyorlar. Kendi nostaljilerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Kastettikleri şey düpedüz 20. yüzyılın başında, sanayi devrimi sonrasında ortaya çıkmış olan kent dokusu. Osmanlı konağı değil onlar, modern malzemelerle binalar. Hadi Osmanlı olduklarını kabul ettik diyelim, Osmanlı deyince tek bir homojen mimarlık yok ki 20. yüzyılın başında. Bu dönemde Beyoğlu'nda yapılmış 20 binada 20 farklı mimarlık var. Mimarlık ortaçağdaki gibi yada bir köydeki gibi aynen tekrarlanan bir şey değil. Modern bir şey.
Bir tipoloji yaratılacağı söyleniyor...
Evet, Sulukule Yenileme Projesi'ni yapan mimarlar bir tipoloji oluşturduklarını söylüyorlar. Ne söylediklerinin farkında değiller. Tipoloji, kendi kendini resmeden bir mekan üretiminin kavramıdır, semantik bir hiyerarşinin kurulmadığı bir düzende, resmeden - resmedilen ayrımının olmadığı, kendi kendini tekrarlayan her üretim faaliyetinde, hatta mekanda dil aracılığıyla süreksizliğe uğrattığımız mekan bölgesinde söz konusu olabilecek bir tanımdır . Yani, geleneksel denilen bir mekan düzenini ayırt etmek için kullanılan bir kavramdır.
Tipoloji modernin karşıtıdır, "modern olmayan" demektir. Modernin kullandığı kavram ise ise modeldir, prototiptir. Modern mekanda mimarlık, projelendirme denilen bir uğraş vardır, ve projenin uygulama ile bir tekabüliyet ilişkisi vardır. Bu projeyi hazırlayanlar daha tipolojinin ne olduğunu bilmiyorlar, tip ile modelin aynı şey olduğunu zannediyorlar. Osmanlı mahallesinden bahsedenler, modern toplum ilişkileri içinde olmalarına rağmen geleneksel toplumda yaşadıklarını sanıyorlar. Sokakta şerbetçi dolaşacakmış, turistler bizim nasıl yaşadığımızı görecekmiş... Mimarlıkta oryantalizm budur işte.
Sulukule'de ne olacak peki bundan sonra?
Eğer yapılırsa, tıpkı Dalan yıkımları, Sütlüce Kültür Merkezi gibi, Sulukule de bir konut sitesi olarak ve olumsuz bir tecrübe olarak, bir yama gibi İstanbul'un göbeğinde duracak. Başarısızlığın bir dokümanı olacak ve bu haliyle geleceğe aktarılacak. Kent planlama tecrübesinde, kentin kamusal alanının giderek ortadan kalkmakta olan, güvenli kentin kamusal alan izlenimi kazanmış iç mekanlara dönüşen bir geçmişin parçası olacak Sulukule. Sütlüce Mezbahası gibi bir felaket olacak ve tartışılmaktan kurtulamayacak. Ama bu iş yalnızca Sulukule ile sınırlı değil. Bu kafa İstanbul'un bütün semtlerini kendi bildiği yöntemlerle dönüştürmek istiyor. Bu noktada bu dönüşüme karşı çıkanların daha çok şey yapması gerektiğini düşünüyorum. Herkes kentini savunmak için ayağa kalkmalı. Tepki,yapılan işi durduracak boyutta kampanyalara dönüşmeli . Sadece oradaki mimarlar değil, şu anda yaşanan ilkelliğe seyirci kalan herkes sorumlu. Üniversitelerdeki onurlu insanların da ayağa kalkması gerek.