NK: Şu anki mevcut projeleriniz neler?
EK: Ataşehir’de projelendirdiğimiz küçük bir bina var. Daha doğrusu mevcut bir binanın yeniden düzenlemesi, onunla ilgileniyoruz. Ufak çaplı yiyecek içecek alanıyla ilgili bir projeye başlayacağız.
NK: Genç mimarlara ve mimar adaylarına ne söylemek istersiniz?
EK: Genç mimar adaylarını ben aday olarak değil, baştan itibaren meslektaş olarak değerlendiriyorum. Onların da kendilerini daha ilk günden itibaren bir mimar olarak görmeleri ve hissetmeleri tavsiyesini ısrarla vurguluyorum. “Ben daha öğrenciyim”, “Okul biter, o zaman bakarız” değil. Okula başladıkları andan itibaren zaman çok çabuk geçiyor, o günleri çok iyi değerlendirmelerini öneririm. Bize staja gelen arkadaşların hepsine, “Bugün kendinizi mimar olarak görün ama bir yandan da henüz mezun olmamış olmanın avantajını kullanın” diyorum. Hepimizin her zaman bu özgürlüğü var ama “Bilmiyorum, bana öğretin" demenin özgürlüğünü kullanın, “Her zaman sorun” diyorum. Çok sorun, çok öğrenmeye çalışın. Özellikle de çok malzeme tanımaya çalışmalarını, çok uygulama görmeye çalışmalarını şiddetle öneriyorum.
Proje çalışmaları sırasında maalesef teknolojinin getirdiği dezavantajlar da var diyebilirim; tasarlıyoruz ama çizerken, bazen çizdikleri şeyin bir çizgi olduğunu düşünüyorlar, oysa onlar birer yapı elemanı. Çizdiklerinin birer yapı elemanı olduğunu bir saniye bile akıllarından çıkarmamaları gerekiyor. Onu birilerinin imal edeceğini ve nasıl imal edeceğini düşünmeleri gerekiyor. Sonra; hani klasik bir karikatür vardır: “mimarın düşündüğü”, “işverenin düşündüğü”, “ustanın yaptığı”. Gerçekten bunlarla karşılaşıyoruz. Bunu aşmanın tek yolu, mimarın uygulamayı bilerek tasarlaması. Biz uygulamayı ne kadar iyi bilir, uygulamaya ne kadar hakim olursak, en küçük ölçekten en büyük ölçeğe kadar bu konularda ne kadar donanımlı olursak, projelerimizi ne kadar imal edilebilir projeler olarak üretirsek, sonuçta karşılaşacağımız, tasarladığımıza o kadar yakın olacaktır.
Biz mümkün olduğunca imalatçılarla çok yakın iletişim kurarak, onlara danışarak bu işleri çözmeye çalışıyoruz. Biz mimar olarak her malzemeyi, her uygulamanın en iyisini bilmek zorunda değiliz. Böyle bir yükümlülüğümüz yok, zaten yapamayız da. Her malzeme firması kendi işini muhakkak en iyi biliyor. Biz sadece bize gelen bilgileri en iyi şekilde değerlendirmek ve sentezlemekle yükümlüyüz. Dolayısıyla biz firmalara doğru soruları sorup, onlardan doğru bilgileri almak durumundayız. Biz bunu ilk andan itibaren yapmaya çalışıyoruz. Onlara da bunu tavsiye ederim. Bütün projelerinde bu alışkanlığı edinmelerini, hep klasik söylenen, “çokça okumalarını” ama özellikle uygulamayı iyi görmelerini tavsiye ederim.
Biz ofise fazla stajyer almıyoruz. Çünkü ben stajın çok ciddi bir öğrenme ve emek verme süreci olduğunu düşünüyorum. Stajyeri alıp eğer ona bir şey katamıyorsak, bir emek veremiyorsak ve ona vakit ayıramıyorsak almanın da çok manası olmadığını düşünüyorum. Çünkü onların vakti çok kıymetli. Bütün eğitim hayatları boyunca yapacakları 2-3 tane stajları var. O stajlarını en iyi şekilde ve en faydalı şekilde değerlendirmeleri gerekir. Onlara eğer o anda bir şey katacak projemiz yoksa, stajyer almıyoruz. O yüzden staj aşamasında veya işe alım sırasında, portfolyoları değerlendirirken de sadece kağıtta kalmış projelerine değil, gerçekten sunumlarına bakıyoruz. Stajlarına bakıyorum; ne kadar yapmış, nerede yapmış, farklılaştırabilmiş mi, kendini geliştirmek için bu konuda ne yapmış? Yabancı dil bilgisine bakıyorum. Çünkü bizim projemizde yabancı dilini kullanmayacak olsa dahi yabancı dil bilen insanın dünyayı takip etme ve kendini geliştirme imkanı var.