Peki sizce her şeyin içinde mi moda var? Yoksa tüm tasarımsal disiplinler sürekli olarak bir arada mı yoğruluyorlar?
Bence her şeyin içinde moda gizli. Ama bu, insanın nasıl baktığı ile de alakalı... Duvardaki bir yazıya bakarak da bana moda ilgili bir fikir gelebilir; yerdeki bir kaplama taşından bile ilhamımı alabilirim.
Yani o gözlüğü takmak ile mi ilgili daha çok?
Bence öyle; o taraftan bakıyor olmak ile ilgili biraz...
Tom Ford'un mimar olduğunu biliyoruz; elini attığı her işin de altından başarı ile kalktığını da... Sizce Ford'un mimarlık formasyonundan gelmesi, onun tekstil tasarımındaki çizgilerini etkilemiş mi? Farklı bir disiplinden gelmesi önemsenmeli midir?
Ben Tom Ford'u çok seven biri değilim. Açıkçası o adamın bir "marketing" harikası olduğuna inanıyorum. Büyük bir pazarlama şaheseri... O, "Sex sells" mottosunu biliyor ve onu satıyor. Mimarlık menşeli olması ise kesinlikle fark yaratmıştır, çünkü modaya başka bir disiplinden geliyor olmanın mutlaka çok faydası olduğuna inanıyorum. Tabi ki moda okumak da gerekli, ama örneğin benim sosyoloji bilgim bazı şeylere çok eleştirel bakabilmemi sağlıyor.
Şehirlerin moda ile yeniden kimlik kazandıklarını, ya da kimliklerine yeni yeni renkler eklediklerini söylemek mümkün mü? Londra'yı Londra, New York'u da New York yapan şeylerden bir tanesi de moda mıdır?
Moda aslında o şehirlerin çok içinde bir şey, onun kimliğinin zaten bir parçası. Moda orada çok gündelik bir şey; sinemaya gitmek gibi... Zaten giyinmek, her gün mecburen yaptığınız bir şey. Giyindiğiniz sürece de modayı inkar edemezsiniz; o hayatınızın içinde. Onu önemsemek ya da önemsememek ile alakalı her şey... Bence moda, belirli bir entelektüel seviye de gerektiriyor. Türk insanı da çok okumadığı, araştırmadığı ve o seviyeye erişemediği için bir kıyafet ile neyin anlatılabileceğini irdelemiyor, bununla ilgilenmiyor bile. Halbuki giydiğin her şey seninle ilgili bir şeyler anlatıyor. Ki bence yaşadığın şehir ile de çok şey anlatıyor. Mesela Doğu Londralı insanların bir tarzı vardır; gördüğünüz zaman "Bak, bu tam East London tipi" dersin. Mesela ben Taksim'e gitmeyi çok seviyorum, çünkü oradaki homojen olmama halini önemsiyorum. Bununla birlikte Nişantaşı'nda gezmeyi sevmiyorum! Burada herkes birbirine benziyor ve çok sıkılıyorum. Oysa ki farklılık görmek göze çok iyi gelen bir şey. Kötülük görmek de... Her zaman iyiyi, kötüyü bir arada görmek gerekiyor. Bu anlamda İstanbul çok ideal bir kent aslında; burada her şey karman-çorman, çorba gibi! Geçen gün Asmalımescit'te otururken gezen turistleri gördük örneğin. Gözlerini fal taşı gibi açmış bakıyorlar ve bu, bizim o kadar hoşumuza gitti ki... Şaşkınlık içinde ve büyülenmiş gibi gözüküyorlardı.
Londra deneyiminizden bahsedebilir miyiz biraz da? Size yeni perspektifler sunduğunu söylediniz. Nasıl bir değişimdi Londra?
Çok kozmopolit bir şehir Londra ve orada çok farklı kültürlerden insanlar ile tanışıyorsun. Herkesin de hikayesini dinliyorsun ve bir şeyler duyuyorsun. Londra zaten inanılmaz hızlı ve yaşayan bir kent. Her an bir şeyler oluyor ve bu, sizi sürekli ayakta tutuyor. Bir yandan yorucu bir tempo bu; bir yandan da insanı sürekli tetikte tutuyor. Bu, insana çok iyi geliyor.
Şehrin kendi içindeki kurgusu, endüstriyel alanları ile tarihi mekanları arasındaki ilişki de önemli bir veri mi moda anlamında?
Ben en etkileyici yanlarından biri, eski dokuyu hiç bozmamış olmaları. Kozmopolitliğinin getirdiği bir pislik var Londra'da; buna rağmen çok iyi korunmuş. Eski olanı yakılıp yıkılmadığı, yeni olan hep eski olana eklendiği için her yerde yaşanmışlığı hissediyorsunuz. Ben, o yaşanmışlık hissini de seviyorum. Eskiye dair her şeyi çok seviyorum aslında. Eski kıyafetler kadar eski binaları seyretmeyi de... Orada da bu var.
Aklıma, bir blog yazarından bir tümce geliyor: "Eski olanı çok seviyorum. Sanki her an parçalanıp düşeceklermiş, her an yırtılıp yok olacaklarmış gibi..." Aslında bu, modanın günümüzdeki dinamikleri, hızlı ekonomik döngüsü düşünüldüğünde çok da yakın gelmeyen bir kavram. Oysa mimarlık için bu böyle değil. Mimarların yapılarının her zaman ilk günkü gibi yaşaması hayalinin bir illüzyon olduğunu biliyoruz. Modada ise sanki daha az görünürlüğü olan bir gerçek bu. Bu anlamda da bir korelasyon yapılabilir mi?
Modanın gelip geçici, mimarlığın ise kalıcı olduğu şeklinde bir algı olabilir. Ama moda, geçici de olsa aslında tekerrürden ibaret. Geliyor, geçiyor ve tekrar geliyor. Mimarlıkta ise tasarımcı, herhalde ürünü ile daha farklı bir bağ kuruyor. O bir bina neticesinde. Kıyafet ise parçalanabilir, eskiyebilir ve atılabilir.