Ofiste işe alım süreçleri, kişilerin değerlendirme süreçleri nasıl işliyor, kriterleriniz nelerdir?
ET: Birinci kriter, mesleğini seven ve bu meslekte başarılı olmak isteyenleri işe almak. Onu zaten kişinin gözünde görüyorsunuz. Tabii ki tecrübe önemli, bizim ilanlarımız hep “en az 5 sene tecrübeli” ibaresiyle çıkar. Bizim ofisimizde çalışanlar tasarımın her aşamasını bilir, her malzemeyi tanır. En önemli kriterimiz programlara hakim olmaları ve iş disiplinidir.
O halde iş ilanında 5 senelik tecrübe arandığını görseler dahi yılmamaları ve ne kadar istekli olduklarını belirtmelerini mi öneriyorsunuz?
ET: Evet, tabii. Gelsinler, CV’lerini iletsinler. Bazen hiç ummadığımız kişilerde farklı yetenekler ortaya çıkabiliyor. O yüzden ben herkese şans vermek gerektiğini düşünüyorum. Kitaplar ve dergiler, çalışanların kendilerini geliştirmeleri açısından çok önemli. Bu ofisi kendi ofisleri gibi benimsemelerini ve kendi ofisleri gibi kullanmalarını her zaman söylerim çalışan arkadaşlara. Hedefimiz kişinin kendini geliştirmesi.
İç mimarlık ve mimarlıkta sürdürülebilirlik konularında düşünceleriniz nelerdir?
ET: Sürdürülebilirlik konusu bize çok soruluyor. Fakat buradaki en önemli konu devletin destek olması. Öncelikle kamu binalarının sürdürülebilir biçimde tasarlanması gerekiyor. Bunu devlet olarak şart koşarsanız gerisi çorap söküğü gibi gelir. Biz mimarlar olarak elimizden geldiği kadarını yapmaya çalışıyoruz ama bu bilinci devletin oturtması gerekiyor. Bunun sadece binaya güneş paneli koyma ile alakası yok. Öyle geniş bir kavram ki sürdürülebilirlik; o alanı sen tümüyle ele alıp, binadan çalışanlarına kadar, yükseltiyorsun. Devletin konuyla ilgili bir politikası olması gerekiyor. Kamu binalarının konkur ile ihale edilmesi ve bu konkurlara da sadece itibarlı kişiler kişilerin değil tüm mimari firmalarında katılabilmesi gerekiyor.
Özellikle İstanbul çok büyük bir metropol. Örneğin, “Nereye gidelim?” diye soruyor bazen çocuklar. Diyorum ki: İstanbul’u görün. Burada o kadar çok görmediğimiz yer var ki. Sadece bu şehir kendi başına bir olay, önce burayı tanıyın. Zaten içine girdikçe daha da çok insanı içine çeken bir kent. Önce kendi ülkemizi tanıyalım, sonra başka ülkelere kendimizi tanıtalım.
İstanbul’un ruhsuz bir şehir haline gelmesi insanı üzüyor, daha doğrusu ahenginin kalmaması. Yurtdışında çoğu büyük şehirlerde bu ahengi ve uyumu görebiliyorsunuz. Evet, İstanbul’un işi zor, çünkü iki yakası var ve bir merkezi yok. Örneğin, kentsel dönüşüm sürecindeki Fikirtepe’yi ele alalım... Sonuç, hiç de iç açıcı değil.
Tasarım mimarlık ya da iç mimarlık alanlarında eğitim görmeyi düşünen ya da hali hazırda eğitim görenlere nasıl tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
ET: Belki çok klişe olacak ama çalışmaları gerekiyor. Bence bu sırf mimarlıkta da değil bütün disiplinlerde geçerli. Çalışmak, okumak, görmek, gezmek görmek çok önemli. Bir de üniversiteyi bitirmeden bütün programları hakim olmaları gerekiyor artık. 20 ile 30 yaş arasındaki dönemin, geri dönülemeyecek seneler olduğunu düşünüyorum. O dönemde ne yaparsan yanına kar kalıyor daha sonra yapamıyorsun. Ayrıca yabancı dilin çok büyük önemi var. Yurt dışında bulundukları zaman kendilerini çok iyi anlatabiliyor olmaları lazım. Okurken, çalışırken çok iyi bir portfolyo hazırlamaları gerekiyor. Sabır da meslekte başarılı olmanın en önemli gereği, bunu da unutmamak gerek.