Sırasıyla oyundan kadın karakterler: Zhao Yun Ru, Eliza Cassan, Megan Reed.
İnsanın geleneksel fiziği ile yapay olarak geliştirilip, yeniden tanımlanan modern fiziği arasındaki geçiş dönemi, bir tekinsizlik anı olarak sayılabilir. Bu "tekinsizlik", Deus Ex'in sanat yönetmeni Jonathan Jacques-Belletête'nin özellikle planladığını ifade ettiği bir hissiyat. Ten renginde olan, ama kolaylıkla gerçek bir insan uzvu olmadığı anlaşılabilen protezler, "alışılmadık olan alışıldık" olarak tanımlanan tekinsizliğin başlangıç noktası olarak sayılabilir. Bitiş noktasında ise, David Sarif karakterinin, protezden daha çok bir mücevherat gibi gözüken mekanik kolu yer alıyor. Bu noktada alışılmadık olan, yeni bir "alışıldık" olarak tanımlanıyor.
Sırasıyla oyundan erkek karakterler: Hugh Darrow ve David Sarif ve Sarif'in işlemeli protez kolu.
Siber Rönesans'ın, Rönesans'tan ve sonrasındaki sanat ve mimarlık akımlarından ödünç aldığı hatlar, Sarif'in protez koluyla sınırlı değil. Neredeyse tüm ana ve yan karakterler şaşalı, hatta "pratik" denemeyecek kadar abartılı kıyafetlerle resmedilmişler. Megan Reed, Eliza Cassan, Zhao Yun Ru gibi üst sınıf Siber Rönesans kadınları, son derece dikkat çekici ve de hem dahil oldukları, hem de aktif olarak temsil ettikleri teknolojik atılımların soğukluğunu kıran, ama tam da bu sebepten ötürü ikiyüzlü denilebilecek bir moda anlayışına sahipler. David Sarif ve Hugh Darrow da, işlemeli fularları ve uzun kesim ceketleriyle, bu yaklaşıma ayak uyduruyor. Ancak Siber Rönesans'a, ikiyüzlü ana karakterlerden daha sıkı sarılabilmiş insanlardan da bahsetmek mümkün. Oyunun "boss"ları (söz gelimi, "bölüm sonu canavarları"), Lawrence Barrett, Yelena Fedorova ve Jaron Namir, sibernetik ve mekanik eklentilerini tamamen şiddet amaçlı olarak kullanan ve ait oldukları dünyanın toplumuna neredeyse hiçbir şekilde katılmadan yaşayabilme özgürlüğüne sahip karakterler. Paralı askerler olarak hizmet ettikleri organizasyonlar ve de askeri yetenekleri düşünüldüğü zaman, hiç de az para kazanmadıkları çıkarımına varılabilir. Bununla birlikte, üst sınıfın aksine, ne eklentilerini saklamak ne de insanlıklarını korumak gibi bir dertleri yok. Onlar, Siber Rönesans'ın gidebileceği son ve de en tehlikeli noktayı temsil eden karakterler. Bir yandan rahatlıkla ait olabilecekleri üst sınıfa karşı ayrılıkçı bir tutum sergilerken, bir yandan da teknolojik gelişmeler karşısında toplumun hiçbir kesiminin sahip olamadığı derecede konformist bir yaklaşım gösteriyorlar.
Sırasıyla oyundan 'boss'lar: Jaron Namir, Yelena Federova, Lawrence Barrett.
"Konformist" demişken belirtmek gerekir; toplumun hem teknolojik gelişmeleri yöneten ve bunları lüks tüketim araçları olarak tanımlayan hem de bu gücü üretebilecek eğitime ve de yatırım imkanlarına sahip olan kısmının aksine, piyasanın ayakta durmasını sağlayan ve de potansiyel çöküşüne sebep olabilecek kesim, yine orta sınıf. Sarif ve Tai Yong'un gizli kapaklı askeri ar-ge çalışmalarının önemi, orta sınıfa satmak için uğraştıkları eklentilerin yanında bir hiç sayılabilir. "LIMB" klinikleri ismi verilen ve insanlara kolaylıkla ve hızlıca eklentiler satmak için kurulmuş olan zincir, orta sınıfın satın alım gücüyle ayakta duruyor. Orta sınıf, teknolojik gelişmelere önceleri ihtiyaç duyduğunu düşünürken, ortaya çıkan "eklentili" ve "eklentisiz" sınıf ayrımından dolayı, eklentiler gerçek anlamıyla kontrolsüzce ihtiyaç duyulan bir ürün haline gelmiş denilebilir. İşte tam bu noktada da, dünyanın her yerine yayın yapan Picus Network'ün haber sunucusu Eliza Cassan ve Picus'un kurucusu Hugh Darrow'un toplum mühendisliği girişimleri üzerinden insanları geleceğin teknolojilerine yöneltmesine karşı duran bir güç ortaya çıkıyor. İster dini, ister ahlaki sebeplere dayansın, Humanity Front organizasyonun William Taggart isimli aktivist lideri, bu kontrolsüz ilerlemenin önündeki tek tutucu güç olarak sayılabilir. Taggart'ın konformist olmamayı tercih eden sert duruşu, özellikle de Sarif için çalışan Adam Jensen'ı yöneten oyuncu için, önceleri bir hayli gerici ve de temelsiz gelebilir. Ancak sonucuna varıldığında, teknolojik gelişmelerin geleceğini belirleme iddiası taşıyan bu antagonizm de, söz konusu gelişmelerin kontrolünün çoktan ana aktörlerin elinden kurtulduğunu gösteren bir toplumsal portre karşısında yıkılıyor. İşte bu sebepten ötürü, hikayenin sonunda oyuncuya verilen dört seçimden hiçbiri, insanlığın geleceğini güvenli sulara taşımıyor. Hiç kimse haksız değil, ancak hiç kimse haklı da değil. Hugh Darrow'un korkunç "son çare"si de gösteriyor ki; milyonlarca insanın hayatını değiştiren Siber Rönesans'ta, hiçbir toplum mühendisliği girişiminin sibernetik ve mekanik eklentiler konusunda gerçekleştirebileceği bir müdahale kalmamış. Oyuncunun, bu ve benzer çıkarımları yapabilmek için ihtiyacı olan tek şey, oyunun yer ettiği şehirlerde gezip, gözlem yapmak.