Birincil amaçlarınız arasında, "yenilikçi teknolojileri yerel ve geleneksel değerler ile bir araya getirme"yi öne çıkarıyorsunuz. Biraz bu önceliğinizden bahsedebilir misiniz?
Şu anda da geçmişte de yüksek teknoloji ihtiyacı olan çeşitli yapılar tasarlama fırsatı bulduk. Bunlar ağırlıklı olarak teknoparklar ve Ar-Ge yapıları idi. Halen bu alanda birtakım ciddi işlerimiz var. Bunlarda isteseniz de istemeseniz hem yapısal anlamda hem de donanım anlamında ileri teknoloji kullanmak zorunda kalıyorsunuz.
Sürdürülebilirlik boyutu da günümüzün olmazsa olmazlarından...
Artık öyle şeyleri çok daha fazla önemsiyoruz. Yeşil mimari üzerine, 1991 yılında tamamlanmış bir master tezim var. Ekolojik planlamanın ve mimarinin belki de esamesi okunmayan bir dönemde böyle bir çalışma yaptım ve bunu Almanya'daki birkaç örnekte inceleme fırsatı buldum.
Peki o dönemde sizi bu alana sevk eden ne oldu?
Tamamen tesadüfi. Başta bu alana çok da ilgim olduğunu söyleyemem ama ODTÜ'deki peyzaj yaklaşımının (iç mekan/dış mekan ilişkisi) büyük etkisi oldu. ODTÜ'de önemli bir peyzaj stüdyosu vardır. 1987 yılında mezun olduktan sonra, 1 aylık bir burs programı ile Almanya'daki ekolojik olarak planlanmış yerleri gezdik. Tabii bu benim için müthiş bir fırsat oldu ve master çalışmalarım sırasında tekrar bu konuya dönme ihtiyacı duydum. Bunun, mimarlığı önemli şekilde etkileyebilecek bir yaklaşım olduğunu düşündüm. Ama ben bunun 90'larda olabileceğini öngörürken, Türkiye'de bu dönüşüm ancak 2010'larda olabildi.
Sürdürülebilirlik ve enerji meselesi tabii ki çok önemli ama biz, insanın doğayla ve dış mekanla ilişkisini, yeşille binanın ve esasen insanın iç içe olması kavramlarını her zaman daha çok önemsedik ve bunu hemen hemen her işimize yansıttık. Birtakım alternatif enerjiler kullanmanın, enerji verimliliği sağlayan çeşitli çareler önermenin daha mühendisçe olduğunu düşünüyoruz. Mimarca olan ise, yeşille, doğayla, ağırlıklı olarak da bitkiler ve peyzaj elemanlarıyla iç içe bir yaklaşım benimsemek. Mimarlığın enerji ve çevreye ilişkin diğer problemlerden nasıl arındırılabileceğiyle ilgili önerilerde bulunmaya çalıştık hep. Bu konuda halen tutucu davranmaya çalışıyoruz. Teknoparklarda bile teknoloji imgesini ön plana çıkartmak yerine daha ev gibi ofisler yapmak için yöneticileri ve yatırımcıları ikna etmeye gayret gösteriyoruz.
Geçmişte bu vizyonla yaptığınız projeleri bugün nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir adım sonrasında bile bir önceki proje için, "keşke şöyle yapmasaydım" diyorum. Bu yaklaşım da bir şekilde heyecan ve gelişmeye açık olmayı gerektiriyor. Hiçbir zaman "şurada mükemmeli yarattık" demiyorum. Daha iyi noktalara gelebilmek için eleştirel olmayı yararlı buluyorum, bazen standardın altına düştüğünüz işler bile çıkarabiliyorsunuz.
"İleri teknoloji sadece sizin inisiyatifinizle olmuyor"
Peki ekolojik özellikler içeren projeleriz arasında dönemine göre başarılı bulduğunuz örnekler var mı?
ODTÜ Teknokent'teki Gümüş Bloklar'da güneye merdiven gibi açılan teraslar var. Teknokent, 1998'de tasarlanmış bir yapı. Çok eskimiş, yıpranmış olabilir, iç mekan kalitesinde zafiyetler olabilir ama esas özelliği, dışarıda da bir yaşam biçimi ve potansiyeli yaratabilmesidir.
Bunu pek çok binada yapmaya çalışıyoruz. Ofislerimizin çoğunda balkon vardır. Çift cepheli binalar yaparak, balkonu fuzuli bir mekan olarak değil de, cam silme gibi servisler ya da güneş kırıcı vb mimari elemanları entegre etmek için kullanıyoruz. Kapıları ve pencereleri de açılabilir yapıyoruz. Binayı, akvaryum gibi tamamen giydirme cephelerle kaplamayı çok tercih etmiyoruz. Nitekim kullanıcıların da bu konudaki geri dönüşleri çok olumlu oldu. Bu tür pozitif dönüşleri mimarimize sürekli yansıtmaya çalışıyoruz.
Yeni teknolojilerden faydalanma konusunda, Teknokent'e sahip Ankara'da olmanın avantajı oluyor mu?
Doğrudan bir avantaj sağlamıyor, ama zaten bu konudaki her yeni problem müthiş gelişmenizi ve araştırma yapmanızı da beraberinde getiriyor. Birtakım şartlar koyup, çok ilginç taleplerde bulunabiliyorlar. Özellikle de teknopark içinde yer alan çok kiracılı Ar-Ge binalarının farklı talepleri oluyor. Bu durumda kendinizi geliştirmek zorunda kalıyor ve mecburen yüksek teknoloji kullanıyorsunuz. Yani ileri teknoloji kullanımı sadece sizin inisiyatifinizle olmuyor. Mesela Ar-Ge binalarında yapının kabuğuyla çok oynamadan, içeride inanılmaz esnek bir yapı elde etmeniz isteniyor. Birinde MR merkezine, diğerinde uzay araştırmaları merkezine ev sahipliği yapabilecek ‘clean room'lar (temiz odalar) çözmeniz gerekiyor. Bu mekanlar, uydu bileşenlerinin montajını yaptıkları ya da skorsky helikopterlerinin kokpit modernizasyonu yaptıkları yerler olabiliyor. Dolayısıyla bu ofislerde vinç bile gerekebiliyor. Böyle bir mekanın havalandırmasını, soğutmasını, elektronik ve elektromekanik sistemlerini çözmek de yeterince ilginç bir noktaya getiriyor sizi.