E.G.E: 1999 depremi sonrası İTÜ "Konut ve Deprem Master Programı" açmıştı. Bu konu Ali ile bana ilgi çekici geldi ve ikimiz de bu programa devam ettik. "Depreme dayanıklı yapı tasarımına, mimar neler katabilir?", "Depreme dayanıklı nasıl tasarımlar yapılmalıdır?", "Şehir planlama ilkelerinde deprem faktörü nasıl gözetilmelidir?" ve "Bina ölçeğinde taşıyıcı tasarımında bir mimar ile inşaat mühendisi nasıl işbirliği yapabilir?" soruları üzerine düşündük.
A.S.E: Programın ilk mezunları bizdik. Programın ismi "Konut ve Deprem" olmasına rağmen program genel olarak afetlerle ilgiliydi. İnşaat mühendislerini, şehir plancıları ve mimarları da içine alan interdisipliner bir bölümdü. Konut bizim en çok gördüğümüz yapı biçimi olduğundan ve deprem de en çok yaşadığımız afet biçimi olduğundan dolayı deprem ile ilgili çalışmalar yürüttük, fakat diğer afetlerle ilgili de çalıştık.
Bu programdan edindiğiniz bilgileri şu anda yaptığınız işe yansıtabiliyor musunuz?
Evet, projelerimizi yaparken bu programdan edindiğimiz bilgiler aklımızın bir köşesinde oluyor. Bunları uygulamaya çalışıyoruz.
Devletin bu tip çalışmaların yürütülmesinin gerekliliğine dair bir fikri yok. Dolayısıyla biz kişisel olarak etrafımızdakilere ufak tefek de olsa bilgi aktarmaya çalışıyoruz.
E.G.E: Her şey unutuluyor biliyorsunuz ülkemizde. Depremin üzerinden on yıl geçmesine rağmen, yapılmasını umduğumuz depreme hazırlık projelerinin pek azı hayata geçirildi.
Böyle "sıkıcı" konular üzerine kafa yormaktan hoşlanmıyoruz galiba? Hiç düşünmemek işimize geliyor...
A.S.E: Hem de hiç hoşlanmıyoruz. Zaten bilmek de insanı tedirgin eder ya; evinizde kafanızı kaldırdığınızda olması gereken yerde bir kirişin olmadığını fark ettikten sonra o evde oturamazsınız, ama bu konuda herhangi bir fikriniz yoksa eğer hiçbir rahatsızlık duymazsınız.
E.G.E: Deprem ile ilgili çalışma yürüttüğümüz sırada, kişisel olarak önlemler aldık elbette ama bu önlemler ülke geneline yayılamadı. Dolayısıyla hala ülkenin depremle ilgili hiçbir hazırlığı yok diyebiliriz.
A.S.E: Türkiye'de depremin bir tek evresinin olduğu düşünülür, o evre de depremdir zaten. Devlet, deremden sonra kazı makineleri göndererek duruma müdahale eder. Ama dünyada depremin evreleri "hazırlıklı olma", "iyileştirme", "müdahale" ve "geri kazanım" olarak algılanıyor. Avrupa'da ve Amerika'da 31 tane afet tanımına uyan durum varken ki, bazı zamanlarda elektrik kesintisi bile afet olarak tanımlanırken, biz de sadece 9 tane afet var.
Öte yandan bilen insana hükmetmek zor olduğu için bizim ülkemiz gibi bilmeyen insanlarla dolu ülkeleri de yönetmek o kadar kolay oluyor. Fakat yetkililer bir şey yapmıyorlarsa, bu noktada inisiyatif geliştirmek önemlidir. Eğer biz belediyeye tabiysek, yöneticilerimizi seçimler aracılığıyla bizler seçtiysek yerel yönetimlerin halk ile kurmadığı bağı, halk yerel yönetimlerle kurmaya çalışmalı. Zaten önemli olan halkın bir şeyler yapması. Eğer bu düşünceyi geliştiremezsek, yönetimlerden bir şeyler ürütmelerini beklersek, onların bize lütfettikleriyle yetinmek zorunda kalırız. Yıkılan yere dozer göndermek belediye için kolay bir çözüm olabilir, ama belediyeyi daha fazlasını yapmaya zorlaması için de halkın inisiyatif geliştirmesi gerekiyor bence.
99 Depremi'nin üzerinden on yıl geçti. Peki, şimdi neler yapılabilir?
A.S.E: Depremden sonra bir takım şeyler yapıldı, ama pek çok şey de yapılmadı. Şu noktada yapılması gereken şey önlem almaktır. Deprem elbette kötü bir şeydir, fakat aynı zamanda da koşullarınızı iyileştirmek için bir fırsattır. Bir deprem olduktan sonra, koşullarınızı iyileştirmek için diğer bir depreme kadar sınırsız sürenizin olduğu söylenir, tabi bu süreyi kullanmak isterseniz...