"Yapılara Hep Çevresiyle Bakıyoruz"

23 Ekim 2024

Ekibe gelelim; şu anda ekip kaç kişiden, hangi disiplinlerden oluşuyor?

DK: Steven Holl’un bir lafı vardır: “Verimli bir ofis en fazla 9 kişi olmalı.” Biz de bütçemiz çerçevesinde maksimum oralarda olmaya çalışıyoruz. Çok kolektif, çok demokratik bir ofis olmaya çalışıyoruz. Ben Roma'dayken şunu gördüm ve bu da bir ofisi nasıl idare edeceğim konusunda bana yön verdi: Bizim hocalarımız asla eline kalem almazdı; projeye başlanır fikirler ortaya konur, o proje bir şekilde ilerler. Burada da az çok böyle oluyor. Birileri bir şeye başlıyor, sonra üzerine tartışmalar başlıyor...  Önemli olan tasarımcının, mimarın o projeyi sahiplenmesi. Bu çok para kazanılan bir meslek değil. Biraz idealist olmak gerekiyor. Bütün ekip üzerinde çalışınca projeyi herkes sahipleniyor. O proje bütün ekibin oluyor. Bu da ekibin devamlı değişmesine bir fren oluyor. Yonca Temizkan, Murat Er, Erkan Göray, Ekim Kaptan, Faruk Göksu ve Özdemir Sönmez danışmanlarımız olarak yine bizimle birlikteler. Bu isimler dışında genç arkadaşlarımız da ekibimizde yer alıyor. Kendimize has bir tasarım anlayışımız olduğunu söyleyebilirim. 

Nasıl tanımlarsınız bu tasarım anlayışını?

DK: Sadelik, ergonomi, ekonomi, ekoloji, doğallık ve duyularla bütünleşmiş bir akılcılık. Bizim çıkış noktamız bu. Uzun süredir birlikte çalışınca hepimizde bu doğal bir sürece dönüştü. Kaprisli projeler yapmamaya çalışıyoruz. Her yaptığımız projenin aşırı yenilikçi olmasına ihtiyaç duymuyoruz. Geçmişte yaşadığımız deneyimlerden çok ders alıyoruz ve bunun üzerine koymaya çalışıyoruz. Ekolojiyi önemsiyoruz ve uygulanabilir olmak istiyoruz; yapan firmayı batırmak istemiyoruz. Kent ölçeğinden geldiğimiz için esas meselenin kentin parçaları olması düşüncesi ile mimarlığa belli bir mesafeden bakıyoruz. Çok nitelikli olması için çok uğraşıyoruz, en ince detayına kadar özen gösteriyoruz.

FGK: Mesela yapılara hep çevresiyle bakıyoruz. Tekil yapıları üretmek değil de o yapı oraya ne katacak, biz baktığımızda yapıyı çevresi içerisinde nasıl göreceğiz bunları önemsiyoruz. Bu yaklaşımımız bizi malzeme seçimlerinde de etkiliyor. Örneğin şu an Çanakkale'de yaptığımız bir konut projesi var. Oradaki malzeme seçimlerimizde de Çanakkale bize ne anlatıyor, yerelle nasıl ilişki kurar; bunlara bakıyoruz. Dediğim gibi, yapıyı tekil olarak üretmek yerine çevresi içerisindeki bağlama katkısını önemsiyoruz.

DK: Ne yaparsak yapalım içgüdüsel olarak ilk buna bakıyoruz; çevre ile olan bağlam.

Malzemelerden bahsetmişken, en çok kullanmayı sevdiğiniz ve projelerde yer verdiğiniz malzemeler hangileri?

DK: Projesine göre değişmekle birlikte en çok ürettiğimiz sosyal konutlarda sıva-boya kullanmayı estetik ve ekonomik anlamda tercih ediyoruz. Sıvanın da tabii türleri var. Doğal sıva var mesela onu deniyoruz şimdi Çanakkale'deki projede. İlla çimento bazlı değil, farklı sıvalar da var. Renk önemli, renk üzerinde çok düşünüyoruz. Bulunduğu bağlam itibariyle tabii ki doğal malzemeler, tabii ki taş, ahşap, çelik... Bunlar çok güzel malzemeler, kim istemez.  Ama bu yeni, teknolojik, eskimeyen malzemelere karşıyız. Binanın iyi eskimesi benim çok hoşuma gidiyor. İyi eskiyen malzemeler bence mimarlıkta çok değerli.

Alibeyköy Loistik Merkezi

Şu anda üzerinde çalıştığınız projeler hangileri?

FGK: Şu an tamamlama aşamasında olduğumuz Beylikdüzü'nde Cumhuriyet Caddesi'nin yenilenmesi kentsel tasarım çalışması var. Orada bir vizyon projesi gerçekleştiriyoruz aslında. Uygulama aşamasına geçilmesi söz konusu olmadı henüz ama uygulanabilir bir proje yapıyoruz. Çanakkale'de bir konut projemiz var. Onu ilerlettik, yakın zamanda başlayacağını düşünüyorum. Durusu’da düşük yoğunluklu bir konut projemiz var.

DK: Hemen yanımızdaki binayı yeniliyoruz. Tarihi bir bina değil, 1960'lardan kalma bir bina. Daha önce biz ona bir makyaj yapmıştık. Şu anda uluslararası bir şirket ofis olarak kullanıyor. Bir de daha tam netleşmemiş İtalya'da bir projemiz var.

Sektöre dair söylemek istedikleriniz…

DK: Bence çok fazla yapı yapıyoruz. Bir ülkenin ekonomisinin temelini inşaat sektörü oluşturmamalı. İstanbul Metropolitan Planlamadaki en önemli gruplardan bir tanesi ülke planlamaydı. Yani önce ülkeyi planlamak gerekiyor, bu göç hareketlerinin artık durması gerekiyor. Mesela Ordu. Bence çok güzel bir kent. Niye Ordu İstanbul'a göç versin. Ordu'da bir insan okuyabilmeli, çalışabilmeli, üretebilmeli. Kentlerin kendi ekonomisi olması gerekiyor. Ama Ordu’ya baktığımda ben oldukça yaşanılabilir ama ekonomisi çok zayıf bir şehir görüyorum. Eğer biz şehirlerimizi kendi kendine yeten bir hale dönüştürürsek göçün de önüne geçebiliriz. Herkes toprağını çok seviyor ve toprağına da bağlı. İstanbul'da çok özel yerlerde yaşıyoruz ama herkes için İstanbul öyle değil.

Bir de konut yatırım aracı olmaktan çıkmalı. Almanya Avrupa'nın en zengin ve aynı zamanda mülk edinme oranı en az ülkelerinden bir tanesi. Bir ailenin bir evi var, en fazla bir de yazlığı var. Türkiye’de maalesef en kolay yatırım aracı bu oluyor. Devamlı inşaat yapılıyor, yeni yerler imara açılıyor. 

Diğer bir mesele eğitim. Çok fazla okul açıldı; entelektüel birikim dağıldı. Mesela Roma Üniversitesi bir okuldur, oraya girdiğinde belli bir şekilde çıkarsın. Şimdi en iyi okullarımızdan çıkan öğrencilerin bile bir standardı yok. Bizim yaptığımız iş çok basit bir iş. Yapılı çevreyi güzelleştirmek. İnsanların mutlu yaşayacağı mekanlar yaratmak. 1960'lara 70'lere baktığımız zaman çok daha nitelikli işler çıkıyor Türkiye'de. Çünkü konsantre bir entelektüel yapının yetiştirdiği bir meslek grubu vardı. O zamanki konutlara, sahil kesimlerindeki yazlıklara bak, hepsinin niteliği çok daha iyiydi bence. Son dönemdeki bozulma bence mimar enflasyonundan kaynaklanıyor. Bu kadar mimara ihtiyaç yok. Keşke daha az ve nitelikli mimar olsa.

Onun haricinde hakikaten önemli bir konu da deprem. Deprem tehlikesi şehirlerimizin dönüşmesi üzerinde çok büyük bir baskı oluşturuyor. Bu baskıyı yönetemiyoruz ve çok ciddi hatalar yapıyoruz. Evet şehirlerimizi bir şekilde yenilemeliyiz.

Haliç Kıyıları Tasarım Yarışması

FGK: Ben de yapıya nitelik katacak zanaatkarlığın önemini ekleyebilirim. Özellikle incelikli üretim yapan zanaatkar bulmak artık çok zor. Aslında Doğu Kaptan’ın söyledikleriyle de bağlantılı. Bu kadar çok üniversite açılıp, herkes mimar, mühendis olunca zanaatkarlık yok oldu. İyi bir taş ustasına, ahşap ustasına ihtiyaç duyuyoruz. 

Diğer bir konu da hızlı üretim. Üretirken iyi etüt etmek gerekiyor. Çevresini, coğrafyayı, oraya nasıl etki edeceğini, altyapıyı incelemek gerekiyor. Bazı proje süreçleri bu konuda zorluk üretebiliyor.

Son bir sorum da genç meslektaşlarınıza yönelik mesajlarınız olacak…

DK: Meslek her geçen gün kötüye gidiyor aslında. Bize de çok genç geliyor; biz gelenleri test ediyoruz bir nevi; eğer illa yapacağım diyorsa yapıyor. Bu işi gerçekten seven, kendini bu işe adayacak insanların bu mesleği yapması gerekiyor. Son dönemde gelen arkadaşlara diyorum ki, dünyayı gezin; imkanınız varsa dışarıda eğitim alın. Bizim meslek gördükçe ve yaptıkça öğreniliyor. Ben, kitaplarda, dergilerde bayıldığım binalara gidip gördüğümde hayal kırıklığına uğradığımı hatırlıyorum. Binayı görmediğin zaman gerçekten onu anlayamıyorsun. O bina gerçekten yaşıyor mu, yaşamıyor mu, ne durumda bunu hissedemiyorsun. 

FGK: Benim gördüğüm ilgili bir kesim var. Lise çağında bile buraya gelip, “ben mimarlık seçmek istiyorum, ofisi koklamak istiyorum” diyenler oluyor. Biz de onlara birtakım ödevler veriyoruz “bunları yap bakalım sevecek misin?” Çünkü sonuçta liseye kadar aldığımız eğitimden çok farklı bir şey. Dolayısıyla eğitim hayatındayken ilgiyi bulabilmek, bunun üzerine araştırmalarda bulunmak, ofislere gitmek, Dünya'da neler olmuş araştırmak, kendini geliştirmek çok önemli. Böyle ilgili insanların da geri çevrildiğini görmüyorum. Buraya da mesleğe çok ilgisi olarak gelen kişileri elimizden geldiğince yönlendiriyoruz. Dönem dönem ihtiyaçlar değişiyor, gelişiyor. Kendini hem güncellemek hem de sektörün içerisinde nasıl var olabileceğini bulmak gerekiyor.

DK: Çok az kişi sektörün tasarım ve proje kısmında kalabiliyor. Kendileri de istemiyorlar zaten, bir ekonomik refah da sağlamadığı için başka alanlara kayıyorlar. Roma Üniversitesi'ndeki arkadaşlarımdan mimarlık yapanlar sadece yabancılar neredeyse. Modacı olan var, tasarım cafe açan var, cepheci olan var…

Çileli bir iş. Evet bir tatmin de var. Özellikle tasarım aşaması ve sonrasındaki uygulama süreci.


Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :