Hüseyin Kaptan’la çalışmak nasıldı?
DK: Babam çok renkli bir kişilikti. Benimle az vakit geçirmesine rağmen geçirdiği vakti verimli geçirirdi. Çocukluğumdan itibaren beraber olağanüstü heyecanlı işler yapardık. Büyük bir doğa tutkunuydu. Dağlarda, denizlerde maceradan maceraya koşardık. Benim okul hayatım boyunca da sanki kendi okuyormuş gibi heyecanlıydı. Çizdiğim en kötü şey bile ona göre muhteşemdi; yere göğe koyamazdı. Gönlü zengin bir babaydı.
Nerede zorlandım? Takıntıları vardı. O takıntıları bizi yorardı. Konut takıntısı vardı. Kent ölçeğinde bir planlama yapıyoruz; illa o konutların projelerini de tek tek çizecek. İstanbul planlamadan ayrıldıktan sonra tam zamanlı olarak ofise döndü. O dönemden bahsediyorum. Zaten İstanbul’u planlama döneminde hayatımız çok kolaydı. Benim ofiste bir hayatım vardı; onun orada bir hayatı vardı. Birbirimize zaman zaman destek olurduk ama aklı İstanbul planlarındaydı.
Kavgalarımız daha çok ofisin yönetimi konusunda olurdu. Ben insanlara çok yüklenmesini istemezdim, gerek yoktu çünkü. Son büyük kavgamız da öyle olmuştu. O bir kapıdan çıkardı, ben bir kapıdan çıkardım, ertesi gün paşa paşa dönerdik.
Fatma da babamın yetiştirdiği son öğrencisidir.
FGK: Burası benim için bir okul gibi oldu aslında. Prof. Hüseyin Kaptan ile uzun süre çalıştım, birlikte raporlar yazdık, bir süre planlama alanında yer aldım. Gerek yazınsal gerekse proje üretimi anlamında bana inanılmaz katkıları oldu. Burada proje üretirken sadece çalışan bir mimar değildim; aynı zamanda sürekli eğitim aldığım ve beslendiğim bir süreç yaşadım.
Kaptan Hoca'nın büyük bir heyecanı vardı. Her gelen proje için “bizim daha yapacak çok işimiz var” derdi. Bu heyecanı son gününe kadar hiç kaybetmedi. Onun bu tükenmeyen enerjisiyle çalışmak çok heyecanlıydı gerçekten ve büyük bir deneyimdi. Kaptan hocanın bir kentsel tasarım serüveni vardı ve o serüvenin bir parçasında yer almak muhteşem bir duyguydu. 4 sene kadar onunla yaptığımız çalışmalar planlama ve farklı ölçeklerdeki tasarımlar anlamında bana çok farklı şeyler kazandırdı. Yani Doğu Kaptan ile sonrasında kentsel tasarım konusunda birlikte çalışabilmemiz bence o tedrisattan geçmemle ilgili bir şey. Kaptan Hoca ile çalışmak, hiç bitmeyen işler ve heyecanlar demekti bir nevi. Son gün bile bana eskiz göndermişti hastaneden. Hastayım deyip de işinden bir gün bağını kopardığı an olmadı.
Bir de inanılmaz bir sezgisi vardı. Araziye gittiğimizde araziyi koklamak denen bir şey var, onu da Kaptan hocadan öğrenmişizdir.
DK: Belki de Karadeniz'in dağlarında yetiştiği için eğimli arazide efsaneydi, kafasında tarardı araziyi.
İtalya ile Türkiye arasında mimari açıdan ne gibi farklılıklar var?
DK: İtalya benim dünyada gördüğüm en güzel ülkelerden bir tanesi. Güney İtalya'ya kadar neredeyse çirkin bina görmüyorsunuz. Öyle standartlar koymuşlar ki, o standartlarda kötü yapı yapamıyorsunuz. Estetik onlar için çok önemli. Örneğin bizim havalimanımızın adı Esenboğa, onlarınki Leonardo Da Vinci. Sanata, mimarlığa çok değer veriyorlar. Ve şehirlerini inanılmaz derecede korumuşlar.
Diğer bir konu da mimarlık eğitimi. Eğitimde İtalya’da zaman mevhumu yok. Üniversiteye giriyorsunuz; o üniversite 5 yıl ama 5 yılda bitirmek zorunda değilsiniz. Belli bir standardı yakalamadan öğrenci kendisi teslim etmiyor zaten projesini. Bizde maalesef öğrenmekten önce bitirmek önemli. Okulu bitirelim, diplomamızı alalım. Tabii arada görüyoruz, çok yetenekli çocuklar var. Ama genel ortalamaya baktığımızda maalesef Avrupa okullarının gerisinde bizim okullar. Bunun da temelinde bir an önce okulu bitirme düşüncesi var.
Ofisten bahsedelim biraz da. Atelye70, 1970 yılında kuruldu. Kimler vardı ilk kuruluş sürecinde?
DK: Atelye70 babam, Emre Aysu, İrfan Bayhan ve Refik Şenvardar tarafından kuruluyor. Prof. İrfan Bayhan babam ve Emre Aysu’yu İzmir’de öğrenciyken keşfediyor. Aynı zamanda bu ekip Yıldız Teknik Üniversitesi Planlama Bölümü’nün de kurucusu. Bir ortaklığa başlıyorlar, yarışmalara giriyorlar. Bandırma yarışmasını kazanıyorlar. O zamanlar İller Bankası şehirler için yarışmalar açıyor; Trabzon Kenti İmar Planını kazanıyorlar. Bu sırada babam kendi memleketi Ordu'yu planlamaya başlıyor. Zaten babamın planlamaya geçişi de bu aşamada oluyor. Esasında çok yetenekli bir tasarımcı, bizim evde hala onun çizdiği mobilyalar var. Ama zamanla planlamaya yöneldi ve mimarlık geri planda kaldı.
Daha sonra İrfan Bayhan ve Refik Şenvardar ayrılıyor, Emre Aysu ile babam devam ediyor. Ardından babam bir yıllığına İngiltere'ye gidiyor o sırada Emre Abi de ayrılıyor. Babam İngiltere'den döndüğünde tek başına devam ettiriyor ofisi. 80'li yılların sonundan 90'lı yılların ortalarına kadar ofisin hakikaten çok ürettiği bir dönem. İstanbul’da Batıköy, Mimaroba, Kamiloba, Bahçeşehir, Zekeriyaköy, Uskumruköy gibi önemli mahalleler planlanırken, Bodrum'da da Pan Club, Oasis, Hekimköy gibi projeler ve tarihi Bodrum köylerinin koruma planları yapılıyor.
Atelye70, bir planlama ofisi. Bir Şehir Planlama A.Ş. dolayısıyla ben her zaman babama çok destek oldum ama hiçbir zaman tam anlamıyla planlara inanmadım. Çünkü o planların ilk başta iyi olsa bile sonunda bozulduğunu çok gördüm. Babamdan kalan en son kalan iki tane planlama işimiz var: Sandima Koruma Planı ve Datça'da bazı köylerin koruma amaçlı imar planları. Bu planları da yerel ortaklıklarla devam ettiriyoruz.
Planlamadan tamamen çıkmayı mı düşünüyorsunuz?
DK: Plan tabii çok önemli. Plansız hiçbir şey olmaz. Ama biz kentsel tasarım ölçeğinde kalıp, gerekirse onun plana dönüşmesi çerçevesinde projeler gerçekleştirebiliriz. Mesela şimdi Beylikdüzü Cumhuriyet Caddesi'ni çalışıyoruz. Kentsel tasarım anlamında çok gerçekçi ve doğru bir proje. Onun planlama sürecinde yer alabiliriz. Ama bana bütün Beylikdüzü'nü planlayalım derseniz; ben kendimi o ölçeğe ait hissetmiyorum.
Kaptan’la yaptığımız birçok şey kağıt üzerinde kaldı. Çünkü inanılmaz kapsamlı işlerdi ve o ölçekteki projeleri gerçekleştirmek oldukça zor. Biz daha hayata geçirilebilecek ölçekte işlere yoğunlaştık ve hiç üretmediğimiz kadar da ürettik son dönemde.
Atelye 70'in uzmanlık alanı nedir? Planlama iken kentsel tasarıma dönüştü diyebilir miyiz?
DK: Atelye70 planlamayı biliyor ama artık bir imar planı yapmaya niyeti yok. Zaten kentsel tasarım konusunda uzmanlaştık. Bizim de kendimizi en yakın hissettiğimiz ölçek o. İlgi alanımız, kentsel tasarım, mimari ve iç mimari diyebiliriz. Dolayısıyla bu üç ölçekte devam ediyoruz. Yani artık şehir ölçeğinden çıktık. Daha elle tutulabilir konulara odaklanmak istiyoruz ki, hayata geçsin, üretimini görebilelim.
FGK: Kentsel tasarım yaparken de yaptığımız aslında imar planı altlığını oluşturabilecek tasarımlar üretmek. Daha müdahale edilebilir, lokal ölçekte çalışıyoruz. Yani plandan da tam olarak vazgeçmedik. Çünkü o kentsel tasarımın hayata geçebilmesi için doğru bir imar planı altlığı kesinlikle gerekiyor. Bizim de öyle bir bilgimiz mevcut. Ama artık şehir ölçeğinde değil daha lokal ölçekte, üretim ölçeğinde yapıyoruz diyebiliriz.