Özellikle yarışmalarla uzun süredir ilgilendiğiniz için soruyorum. Gözettiğimiz değerlendirme kriterleri nelerdir? Aldığınız eserleri süreç içinde değerlendirdiğinizde ne gibi değişimler gözlemliyorsunuz?Ben 1999 yılında ilk başladığımda bu kadar çok film gelmezdi. İFSAK'ın küçük bir kütüphanesi vardı. Orada oturur, ön izlemeyi Hilmi Bey, Alin Taşçıyan, ben ve dışarıdan bir sinema yazarı veya yönetmeni ile birlikte izlerdik. Tabii benim ilk seneki görevim kaset takıp çıkarmaktı. (gülüyor) Şimdi gelen film sayısı neredeyse üç katı. Tabii bu teknolojinin gelişmesi ve dijital kayıt imkanlarının olanaklı kıldığı bir şey oldu. Sanırım bir de sinema okullarının artmasının çok etkisi var.
Yarışma, yalnızca ulusal düzlemde gerçekleşiyor; değil mi?
Evet, uluslararası yarışmamız yok. Bu nedenle bize gönderilen Türk filmlerine dair bir şeyler söyleyebilirim. Genel olarak gözlemlediğim de, Türk filmlerinin kısa metraj mantığı ile değil de, daha ziyade uzun metraj ya da reklam, televizyon dizisi mantığında çekiliyor olması.
Bu farklılık ve ayrımları bize nasıl açıklayabilirsiniz?
Aslında bu, yalnızca kısa film çekmekle ilgili bir konu değil. Hep popüler olanın peşinden gidilen bir yüzyılda yaşıyoruz. Yani bir kitaptan eğer çok bahsediliyorsa, o okunuyor; bir film çok izleniyorsa ona gidiliyor. Bir aynılaştırma politikası içinde yaşadığımızı düşünüyorum. Siz bunun dışında kaldığınız, başka bir şey beğendiğiniz ya da yaptığınızda yalnız kalıyorsunuz. Halbuki belki de değerli olan orada! Bize gelen eserlerde de bu tabii ki var. Festivallerde ödül alan yönetmenlerimizin bazı işlerini veya çok beğenilen bazı filmleri örnek alıyor ama daha çok da öykünüyorlar. Bugün izlediğimiz işlerde de "Aa, ne kadar çok şunun filmine benziyor" dediğimiz oldu. Bu benzerlik özümsenmiş ve kendine yeni bir yol çizmişse kabul ederim. Ama havada kalması olmuyor.
Bize gelen kısa filmlerden çıkardığım bir şey daha var: Çok kısa metraj izlenmiyor gibi geliyor. Özellikle de farklı örnekleri... Örneğin bizim festivalimizde – hele şimdi – dünyanın çok farklı yerlerinden örnekler geliyor. Bir diğeri de, her sene baştan beri hiç değişmeyen fikrim, Türk filmlerinde genel bir umutsuzluk olduğu yönünde. Anladığım kadarıyla bizim kısa filmciler çok karamsar. Hele ki ilk yıllarda, 99-2000 aralığında katıldığım yarışmalarda Taksim, İstiklal Caddesi ortası görüntülerinden bıkmıştım. O kadar çok vardı ki! Neyse artık mekanlar çeşitlendi, zenginleşti. Bir de müzik kullanımının çok fazla olduğunu düşünüyorum.
Bu olumlu anlamda mı?
Hayır, olumsuz anlamda. Çünkü gerekli, gereksiz her yerde müzik giriyor. Aslında o filmin değerini artırmıyor, düşürüyor. Ama nedense, bilemiyorum, kısa filmciler müzik kullanmayı da çok seviyor. Benim görebildiğim artılar-eksiler başlıca bunlar.
Siz mesela uzun metraj ve uzun metraj filmin farkını nasıl betimliyorsunuz? Kısa metraj film ne anlamda uzmanlaşmalı?
Kısa metraj film, uzun metrajda anlatılamayacak bir şeyi anlatmış olmalı. Böyle bir anda başlamalı ve bitmeli. Hayatta da vardır böyle anlar. Onu uzatamazsınız, çekemezsiniz. Enine boyuna genişletemezsiniz.
Hatta tadı damağınızda kalır...
Evet, aynen öyle! Kısa film böyle bir şey olsun istiyorum. Uzun metrajın kısaltılmış versiyonlarına çok rastlıyoruz mesela. Öyle bir başlıyor, gelişiyor, bitiyor ki! Sanki bir uzun metraj izlemiş gibi yorulmuş çıkıyorum o filmden. Dolayısıyla kısa filmde bir zeka parıltısı görmek istiyorum.