Festivale dahil olacak filmleri nasıl seçiyorsunuz?
Türk filmlerini kurduğumuz ulusal jüri eleyerek seçiyor. Yabancı filmleri de – geldiklerinde henüz yalnızca İngilizce alt yazılı oldukları için - dil bilen, sinemasal beğenilerine güvendiğimiz bir grup arkadaşımıza dağıtarak eliyoruz. Onlar kendilerine verdiğimiz 10-15 film arasından seçiyor ve öneriyorlar. Biz de önerilerini festivale dahil ediyoruz. Gerçi şimdi Türkiye'de de çok yaygınlaştı kısa film merakı. Öncelerde bu işin bir biz etkinliğini yapıyorduk. Şimdi ise Ankara'da, Samsun Kars'ta var; uzun metrajlı film festivallerinin yan etkinliği olarak da görüyoruz.
Bu anlamda piyasada etkili olduğunuza inanıyor musunuz?
Belki bizim de katkımız olmuştur. Ama zaten Türkiye'de sinema okullarının artması, gençlerin sinema sektöründe aktif olarak yer alması ile kısa filme olan ilgi de arttı.
Yıllar içinde festivale gelen filmleri rakamlara dökersek veya kaliteleri açısından bir değerlendirme yaparsak, bize neler söyleyebilirsiniz?
Elbette sayıca çok arttı. Tabii artık dijital kameralar olduğu için film üretimi de arttı. Artık kamerası alan film çekiyor bile denilebilir. Bir de teknik olarak çekim yapmak çok zordu; çok ışık isterdi. Şimdi dijital kameralarla hemen her ışıkta çekebiliyorsunuz. Ses sorunu da ortadan kalktı. Montaj evdeki bilgisayarlarda rahatlıkla yapılabiliyor.
Peki bu durum üretimin kalitesini düşürdü mü?
Elbette hepsi iyi olmuyor. Dolayısıyla bizim seçmemiz zorlaştı. İş basitleştikçe, kolaylaştıkça kalitesizlik de baş gösterebiliyor; özen azalıyor. İnsanlar pat küt üç günde film çekiyorlar.
Aynı oranda gelen iyi işlerin kalitesinin arttığı söylenebilir mi?
Mesela yeteneği olup da üretemeyen insanlar da üretmeye başladılar. Çünkü iş pahalı olmaktan çıktı ve onlar da kendilerini göstermeye başladılar. Böyle bir faydası var. Ama her çekilen film iyi diyemeyeceğim. Çok sayıda film çekiliyor ve içinden çok azı gerçekten iyi çıkıyor.
Açılış konuşmasında Alin Taşçıyan şunları söylemişti: Türkiye'de sinemayı bize gösteren, onu anlamamızı sağlayan iki şey vardı. Biri İstanbul Film Festivali, diğeri ise İstanbul Kısa Film Festivali. Üretimin bu denli kısır olduğu bir ortamda ilginin yoğunluğunu neye bağlıyorsunuz?
Kısa film aslında dünyanın her yerinde çok ilgi duyulan bir alan. Mesela Clermont-Ferrand diye çok büyük bir festival var Fransa'da. Onlar bu işi şöyle kotarıyorlar: Emek sineması gibi büyük salonlar düşünün. Bu salonlara film izlemek için giriyorsunuz, ama kalamıyorsunuz. Salonu boşaltıp tekrar girmek zorundasınız ama giremiyorsunuz. Düşünün öyle bir yığılma var. Mesela geçtiğimiz 20 senede sürekli gördüğüm, gençliğini hatırladığım ancak artık yaşlanmış izleyicilerimiz var. Veya ta Çanakkale'den sırf bu festival için gelen, İstanbul'da konaklayıp geri dönen insanlar var. Belki ticari anlamda mümkün olsa ve biz bu etkinliği bir yıla yaysak, bu denli yoğun geçmez. Her şey bu zaman diliminde olup bittiği için insanlar kaçırmak istemiyorlar. Bunun belki bir nedeni de, kısa filmin özel bir izleyicisi, özel bir tadının olması.
Peki kısa metraj ile uzun metraj film seyircisi birbirinden ayrılıyor mu?
Ben de mesela artık uzun metrajları zor seyrediyorum. Kısa metraja alıştım; uzun metraj çok uzun geliyor. (gülüyor) Bir an önce bitsin istiyorum ama gerçekten iyi kısa metraj bulmak da zor oluyor. Açılışta da bahsetmiştik; bunlar uzun olamayacak filmler. Bazı filmler uzun metraja öykünen kısa filmler oluyor. Onlar da dünya piyasasında çok makbul sayılmıyor. Biz de onları seçmeye çalışıyoruz.