Sizden öncelikle İstanbul Film Festivali'nin hikayesini öğrenmek istiyorum. Sinemaya olan aşkınız doğdu ve bu 20 yıllık yola nasıl çıkmaya karar verdiniz?
Ben 1973 yılında Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı'nı bitirdiğimde Türkiye'de sinema eğitimi almak istedim. Ancak bunu yapabileceğim okul yoktu. Sadece Ankara İletişim Fakültesi'nde Basın Yayın Yüksekokulu vardı ve orada da yalnızca teorik olarak sinema derslerine yer veriliyordu. Yine de esas amacım sinema olduğu için çalışmalara başlamıştım ve kısa filmler çekiyordum. Sonrasında yurtdışında gitmeye karar verdim. Paris Sinema Konservatuarı'nda üç sene sinema eğitimi aldım. Bu dönemde – ki hala öyledir - Fransa'da kısa film sinemada çok önemli bir yer tutuyordu. Bu alanda çok ürün verildiğini, gençlerin üzerine çalıştığını da gördüm. Türkiye'ye geldikten ve İstanbul'a yerleştikten sonra ise kısa film alanında hiçbir şey yapılmadığını fark ettim. Yapılan tek şey 70'li yıllarda Robert Koleji'nin düzenlediği bir ‘Hisar Kısa Film Festivali' idi. O da iki-üç yıl sürdükten sonra bir daha yapılmamıştı. Bunun üzerine o dönemde de üyesi olduğum İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği ile kısa film çalışmalarına ve İFSAK Kısa Film Yarışması'nı düzenlemeye başladık. Tam 30 yıl önce...
1977'de bu işe atıldığımızda Türkiye'de çok az kısa film çekiliyordu. Yarışmaya gelen belki beş-altı film oluyordu. Bunlar da sinema kameraları ile çekiliyor, çok zor montajlanıyordu. Ses almak çok zordu, filmlerin sesi olmuyordu. Biz de bir anlamda bu ortamda teşvikte bulunmak istedik. Bu aralıkta İFSAK'ta bir de kısa film kursları açtık ve filmin nasıl üretildiğini öğretmeye çalıştık. Ancak İFSAK'ta fotoğraf hep ağır bastı; sinema nedense hep ikinci planda kaldı.
Sanırım festivalin 10'uncu yılıydı. İFSAK yönetimi bu işbirliğine daha fazla devam etmek istemediğini söyledi. Biz de bunun üzerine henüz konsolosluklarla yeni başlamış işbirliğimizi daha da güçlendirerek sürdürmeye karar verdik. Biz de 20 yıl önce uluslararası düzeyde hayata geçirdiğimiz bu festivalin spektrumunu güçlendirdik.
Konsolosluklarla bir iş ilişkisi kurma fikri nasıl ortaya çıktı?
Çünkü konsoloslukların salonlarından faydalanıyorduk. İlk başta yalnızca Fransız Kültür Merkezi'nin salonunda oluyordu gösterimlerimiz. Zaten İngiltere, Almanya, Fransa gibi üç-dört ülkeden filmler geliyordu. Kullandığımız salon da çok küçüktü; bugünkü salonların belki yarısı kadar bir salon... Bir de ilk kez toplu kısa filmleri gösterimi gerçekleştirdiğimiz için muazzam bir ilgi vardı. 20-30 kişilik salona girmek için Fransız Konsolosluğu'ndan Taksim Atatürk Heykeli'ne kadar kuyruk oluyor, içeri giren çıkmıyor, dışarıdakiler de bağırmaya başlıyordu. Öyle bir hengame, büyük bir heyecan vardı. Bu arada İFSAK'ta yönetimin değişmesi ile birlikte "Eski yönetim hata yapmış; biz bu işten kopmuşuz. Yeniden bir araya gelelim" teklifi geldi. Ve biz bu yarışma ile festivalin Türkiye ayağını İFSAK'a ayırdık. Bağımsız olarak İFSAK bir yarışma düzenliyordu; seçilen filmler de festival de gösteriliyordu. Hatta festival "İFSAK Festivali" olarak bile biliniyordu. Geçtiğimiz yıla kadar da bu böyle geldi.
Değişen ne oldu? İFSAK ile yollarınız neden yeniden ayrıldı?
İFSAK'ın talebi bu yönde oldu. Kendileri de bir festival düzenleyeceklerini söylediler. Gerçi şu ana kadar bu isteklerini yerine getiremediler.
Ve siz yolunuza yeniden konsolosluk desteği ile devam ettiniz.
Bu süreçte etkinliğimizi diğer konsolosluklar da gördü. "Bu işe çok ilgi var. Biz de katılalım" dediler. Yalnızca konsolosluklar değil, kültür merkezleri de katıldı. Avusturya Kültür Ofisi, İtalyan Kültür Merkezi gibi örgütler ile birlikte 15 adet ana katılımcımız oldu. Bu destekçilerin de bize özellikle şöyle bir katkısı vardı: Henüz sinema sektörü dijitalleşerek bu denli hareketlenmemiş, yaygınlaşmamışken 35 milimetrelik filmler gösteriyorduk. Bunların gümrükten geçirilmesi çok pahalı ve zor oluyordu. Konsolosluklardan gelen bürokratik ve diplomatik destek sayesinde de bu aşılıyordu. Yani onların da sayesinde bugünlere gelindi; 20 yıldır hiç aksatmadan devam ediyoruz.
Aslında bu oldukça farklı bir hikaye. Çünkü her hangi bir ticari bünyeye bağlı olmayan, dahası tamamen bir ücretsiz bir festivalden söz ediyoruz.
İFSAK bütçesinden bile bu etkinlik için bugüne kadar 1 milyon çıkmamıştır. Maddi desteği hep biz bulduk; cebimizden karşıladık. Sadece İFSAK'a bir jest olsun, onların geleneğini yaşatalım diye onları dahil ediyorduk. Ben de halen üyeleriyim ve elimden geldiğince derneğe yardımcı olmaya çalışıyorum. Ancak bu işten çekilmekle büyük hata ettiklerini düşünüyorum. Sonuçta hazır bir programdı ve her yerde isimleri geçiyordu.
Yine de önemli olan bu etkinliğin gerçekleşmesi...
Peki festivali ticarileştirmemek, sizin bilinçli bir kararınız mıydı?
Bu gerçekten bilinçli diyebileceğimiz bir karar mı, bilemiyorum. Mesela altyazı yaptıramıyorduk çünkü çok pahalıydı. Bu dönemlerde sponsor aramadık değil. Ancak isteyen çıkmadı. Örneğin Enis Batur Yapı Kredi Kültür-Sanat'ın başındayken, kurumun böyle bir teklifleri olmuştu. 5-6 milyar kadar para desteğinde bulunuyor ama hiç karışmıyorlardı. Hatta biz kataloga sizin ilanınızı koyalım dediğimizde istemiyorlardı. Biz de küçük bir amblemlerini yerleştiriyorduk. Bu tür sponsorluklara, bizim işimize karışıp "Şu film niye var", "Bu film niye böyle" demeyecek destekçilere her zaman açığız. Her zaman en büyük destekçimiz yine de Kültür Bakanlığı. Onlardan gelen çok az miktarda da olsa para ile konuklarımızı ağırlıyoruz, kataloglarımızı basıyoruz. Filmlere alt yazı yaptırdık mesela. Eşim ile bana ait şirketi de üç ay, dört ay bu festival için kullanıyoruz. Artık o da bizim desteğimiz denilebilir.
Filmlere müdahale eden veya festivalin kurgusuna karışan bir destekçiniz olsaydı, bunun festival ruhuna nasıl etki edeceğini düşünüyorsunuz?
Biz buna müsaade etmeyiz. Örneğin biz bu filmleri Fransız Kültür Merkezi'nde gösterdiğimiz için içeriğine de kimse karışmıyor. Ama mesela Kültür Bakanlığı veya belediyelere bağlı salonlarda gösterime kalkıştığınız zaman, karışılıyor. Filmde açık sahne var, politik mesajlar var diye göstermemizi istemiyorlar. Örneğin Kısa Filmciler Derneği var. Onlar da Taksim Metro girişinde konumlanan bir salonda film gösteriyorlardı. Bir filmleri kısa bir sevişme sahnesi içerdiği için hemen ışıklar yakılıp, seans durdurulmuş ve hatta festival iptal edilmiş.
Bu tür handikaplar festivalin güvenirliğini zorluyor olsa gerek...
Tabii ki. Şu anda Fransız topraklarında olduğumuz için kimse karışmıyor. (gülüyor) Sansürlenen bir filmimiz hiç olmadı. Daha doğrusu biz sadece bir film sansürledik; o da bir Yunan filmiydi. O da boks ile paralel olarak kurgulanmış, çok sert sevişme sahneleri içeriyordu. Festivale çocukları ile gelen aileler olduğu için kaldırmayı uygun bulduk. Elbette programa alıp iptal etmedik; ön elemede çıkarmıştık. Onun haricinde her tür filmi gösteriyoruz. Bu sene de çok sayıda spekülatif film var.
Yabancı filmlerin festivale dahil olması için konsolosluklarla kurduğunuz ilişkiler dışında bir tanıtım faaliyeti sürdürüyor musunuz?
Hayır ama bugün bulunduğumuz yere de bir güven ilişkisi sayesinde geldik. Biz ülkelere 1.5 saatlik bir bölüm ayırıyoruz. Onlardan da mümkün olduğunca kısa filmler seçmelerini rica ediyoruz. Zaten yıllardan beri çalıştığımız sinema merkezleri var; isteğimiz onlara bildiriliyor. Örneğin Alman ve İngiliz filmleri, doğrudan konsolosluklar tarafından seçiliyor. Ama Yunanistan, Meksika, İsveç'te film merkezlerinden veya Polonya'da Ulusal Film Akademisi'nden film alabiliyoruz. Bizse Özel Seçki'de yer almak üzere bize doğrudan başvuran filmlere karar veriyoruz.