20 sene oldukça uzun bir süre. Hele ki bizim "geleneksel" festivallerimizin yalnızca beş-on senelik olduğu düşünüldüğünde. Bu aralıkta ihtilaller oldu, depremler gördük. Krizler geçti; yönetimler değişti. Bütün bu değişim ve dönüşümler festivali bir retrospektif içinde nasıl etkiledi?
Aslında pek etkilediği söylenemez çünkü biz festivali hep sıfır bütçe ile yaptık. Yalnızca son dört yıldır Kültür Bakanlığı'ndan destek alıyoruz. Onun öncesinde cüzi bir bütçemiz bile yoktu. Konsolosluklardan rica ediyorduk; konuk gelecekse onları karşılıyorlardı. Alt yazı hazırlamıyorduk; filmleri onlar getirip götürüyorlardı. Salona para vermiyorduk. Ordan burdan para toplayarak da bu kadar yetkin olmayan kataloglar basıyorduk. Bu nedenle de kriz mriz bizi çok etkilemedi. Zaten kriz içindeydik. Ama tabii insanın morali bozuluyordu. Seyircinin de morali olmuyordu; deprem sıkıntısı çektiler mesela. Veya işsiz kalan gençler eskisi kadar gelmez oldular; film izleme heyecanlarını kaybettiler. Bu dönemleri de geçirdik. Ama nasıl geçti onca sene, ben de bilmiyorum. Yine de hiç ara vermedik; bu sene de yapmayalım demedik. Ben ise her sene "Bu son!" diyorum. (gülüyor)
Aslında festivalin tamamen ücretsiz olması da üzerinde durmamız gereken bir konu. Örneğin 10'uncu seneden sonra, artık tanıttığınızı düşündüğünüzde festivali ücretli yapmak hiç mi aklınızdan geçmedi?
Eğer ücretli gösterirsek yönetmenlere de para ödememiz lazım. Onların da hesaplanması lazım; para transferi yapmak gerekecek. Bunlar çok daha zor işler. Alsak ne olacak ki? Toplasan 1-2 milyon para alacaksın. Ona da değmez. Bu sayede festivalin bağımsızlığını da koruyoruz. Parası olmayanlar da yoldan geçerken girip izleyebiliyorlar. O yönden pek bir şikayetimiz yok açıkçası. Seyirciden gelecek parada değiliz.
Festivalin kapsamını büyütmek gibi bir derdiniz hiç oldu mu?
Hayır, çok büyütmek istemiyoruz. Alçakgönüllü kalmak, küçük kalmak her zaman iyidir. İşte ancak ne yaptık; katalogumuz eskiden daha kötü kağıda basılıyordu. Şimdi daha iyi kağıda basılıyor. İki renk basılıyordu; şimdi üç renk... Buralarla ufak ufak oynuyoruz. Yoksa çok büyütmek, şaaşalı bir hale getirmek istemiyoruz. Öyle olunca amatörlerden, gençlerden uzaklaşıyorsunuz. Onlar daha samimi ve alçakgönüllü bir ortam bekliyorlar. Uzun soluklu olmamızda bunun da etkisi oldu sanırım.
Peki sizin bu festival dışında nasıl bir hayatınız var?
Bizim belgesel filmler çeken bir firmamız var. Ben senelerce sendikalar için belgesel çektim. Sonra 80'de askeri darbe olup sendikaların kapatılması ile birlikte işsiz kaldık. O zaman Devrimci İş Sendikaları Konfederasyonu'nun hala da televizyonlarda gösterilen, panzerlerin gelip insanların kaçıştığını gösteren 1 Mayıs belgesellerini çektik. Bir süre bağımsız çalıştıktan sonra bir firma kurduk. Gelirimizi de o firmadan sağlıyor; varımızı yoğumuzu gerçekten bu festivale harcıyoruz.
Peki gönül bağlılığınızı nasıl korumayı başarıyorsunuz?
Valla onu ben de bilmiyorum. Bir yerde bir hata var ama... (gülüyor) Nasıl sigara tiryakileri varsa, biz de onlar gibi bir başladık; hadi 10'uncusu olsun, 20'ncisi 21'incisi olsun diyerek götürüyoruz. Çünkü başka kimse de sahip çıkmıyor. Ben bir ara bu festivali devretmek istedim. Toplantılarımıza gençleri çağırdım. "Gelin, yavaş yavaş katılın; havayı siz de görün" dedim. Çünkü konsolosluklarla yapılan işlerde çok dikkatli olmak, telefon görüşmelerinden yazışmalara kadar nezaketi ve o informatik dili korumak gerekiyor. Bunları görsünler diye çağırdım ama baktım, bir geldiler, iki geldiler, bir daha da gelmediler. Sıkıldılar gittiler ve biz de devam etmek zorunda kaldık.
Kadroya giren hiç genç insan olmuyor mu?
Valla olmuyor. Benim kızım iki senedir yardım ediyor; alt yazıları mesela o yaptı. Eşim çok yardımcı oluyor sağ olsun. O olmasa belki de artık bu sene yapamazdım. Çünkü çok yoruldum. Berna Kuleli, Haşmet Topaloğlu yardım ediyor. Ama bütün ağırlık bizde.
Bu sizde "Ben olmasam bu festival de olmayacak" şeklinde bir korku yaratmıyor mu?
Format değiştirir gibi geliyor bana. Bu şekilde devam eder mi, etmez mi bilmiyorum ama belki daha da büyür. Mesela belki İstanbul Film Festivali'ni düzenleyen İKSV kendi bünyesinde böyle bir festival düzenler. Birileri elbet bir şeyler yapar. Hatta belki daha iyisi yapılır. Biz ancak bu kadarını yapabiliyoruz; bugüne kadar da getirdik.
İKSV ile birleşmek gibi bir plan hiç oldu mu?
Hayır. Ama sanırım İKSV'ye söylemişler "Siz böyle bir şey neden yapmıyorsunuz?" diye. Onlar da "Bunu bizden daha iyi yapan birileri var" demişler. Ben de önümde onları gördüğüm için bu öngörüde bulunuyorum. Çünkü İtalyan Kültür, Fransız Kültür ve Goethe'nin salonlarını bizde 20 yılın hatırına alıyoruz. Onlar da artık kolay kolay vermiyorlar çünkü bu salonlara çok talep var. İsteyip de kullanamayan organizasyonlar biliyorum. Mekan olmazsa da işler çok zorlaşır. Mesela biz bir açılış gecesi için Yeni Melek'e 14 milyar para vermiştik; hatırlıyorum. Hele ki böyle üç salonu bir hafta boyunca ekonomik olarak karşılamak mümkün değil.
Son olarak: Bu seneki ilgiyi nasıl karşıladınız?
İlk günler hep sakin geçer; sonraki günler yoğunlaşır. Yine öyle oldu. Herhalde insanlar birbirlerine söylüyorlar da, öyle doluyor salonlar. Biz maalesef medya çalışmasını pek iyi beceremedik; bunun da etkisi olabilir. Çok fazla seyirci gelsin diye de karalar bağlamıyoruz. Bazen çok kişi geliyor, bazen az, bazen üç kişi seyrediyor ya da seansta içeri girecek yer olmuyor. Tabii biz bu işten para kazanmadığımız için salonlar dolmuş, taşmış pek fark etmiyor. Ben buna "Azınlıkların da hakkı var" diyorum. Her şeyi kalabalıklar için yapacağız diye bir şey yok.