"Zaha Hadid'deki bilgi akışından vazgeçmek çok zor"

03 Haziran 2014

İkiniz de İTÜ ekolünden geliyorsunuz. Melike, sen lisans eğitiminin sonrasında hep yurtdışında mı bulundun?



MA:
İTÜ'den sonra 8 yıl yurtdışındaydım, yüksek lisans için 2004 yılında Londra'ya gittim. 2006 yılında Architectural Association (AA)'da 'Design Research Laboratory' programında yüksek lisansımı tamamladım. 'Urban Lobby' master projemizin final jürisinde Zaha Hadid, Patrik Schumacher, Ali Rahim, Ross Lovegrove gibi dünyaca ünlü mimar ve tasarımcılar vardı. Projenin jüri tarafından büyük bir takdir toplamasının yanısıra Feidad Design Merit Award 2006, Swiss Art Award 2007 ve IDOM-ACXT 'International Award for Architecture Diploma' gibi birçok prestijli ödüle de layık görüldü. 2008 yılında ise projenin 'Morphe' adlı kitabı, editörlüğünü Lebbeus Woods'un yaptığı RIEA Concept Series altında yayımlandı. Final jürimde Zaha Hadid'den gelen iş teklifi ile birlikte, yaklaşık 6,5 yıl süren ZHA serüvenim başlamış oldu. 2006-2012 yılları arasında, İstanbul Kartal-Pendik projesi ile başlayan bu serüven 'proje mimarı' olarak, 12 farklı ülkede 20'nin üstünde ödüllü, farklı ölçek ve tipolojilerde proje yapma tecrübesiyle devam etti. 

O dönem ZHA'da Türkiye'den başka mimarlar da var mıydı?

MA: Tabii ki, ofisin 80 kişiden 400 kişiye büyümesine şahit oldum. Ve bu süreçte ofiste 15'e yakın Türk mimarın çalıştığı bir dönem oldu. Zaman içersinde herkes teker teker ayrılmaya başladı.

Zaha Hadid'in ofisinde mimar olmakla ilgili neler söyleyebilirsin?



MA:
Tasvir etmek gerçekten zor. Sonuçta dünyanın en büyük firmalarından birisi ve oradayken sürekli bir gelişim içerisindesin. İnanılmaz bir devinim var; her gün, her an bir şey öğreniyorsun. Oradaki bilgi akışından vazgeçmek çok zor oluyor. Mimari anlamda olsun, yapısal anlamda olsun, üretim ya da yazılım anlamında olsun her türlü konuda inanılmaz bir bilgi akışı var. Ve dünyanın her yerinden insanlarla birlikte çalışma imkanın oluyor. Yani tek bir yerde, tek bir bölgede değil de, dünya üzerinde var olduğunu ciddi anlamda hissedeceğin bütün global bağlantılar içerisinde mimarlık yapabiliyorsun. Bu bağlamlar zincirinde ZHA, benim için bitmek tükenmek bilmeyen bir eğitim merkeziydi ve kendini bu bilgi akışının cazibesinden uzakta tutmak çok zor. Ve bir gün geliyor, uluslararası platformda özellikle hesaplamalı tasarımda edindiğin ve kendini sürekli geliştirme imkanı bulduğun bu tecrübeler ve kültürle kendi yoluna devam ediyorsun.

Sonrasında buraya nasıl adapte oldun?

MA:
Alper sağolsun (gülüyor).  Şaka bir yana, adaptasyon süreci diye birşey gerçekten varmış. Aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen hala o sürecin içersindeyim. Türkiye'de her şeyin çok farklı bir sistemde işlediğini, zaman içersinde ve belli durumlar karşısında görmeye devam ediyorum.

Türkiye'de mimarlık pratiğinin tasarım ve üretim şeklinden tutun da işleyiş şekline kadar her şey farklı, ister istemez. Yurtdışında daha farklı bir format görmüştüm. Ama biz buradaki koşullar üzerinden, kendi çizgimizden ödün vermeden, bu işi en iyi şekilde yapma yolunda ilerliyoruz.

Üniversitede ders vermek belki bu süreci bir anlamda kolaylaştırmıştır.

MA:
Bilgi Üniversitesi'nde bizim dilimizden anlayan bir mimari bakış açısı söz konusu. Mimarlık pratiğinin yarattığı yoğun iş hengamesi içerisinde okulla kurduğumuz bağ tam da bu nedenle bizi tatmin ediyor. Bir yandan öğrencilerle kurduğumuz iletişim açısından faydası oluyor diğer yandan ise akademik dünyada bizi mimarlık bağlamında besleyen başka bir network oluşturuyor.


Antre
Salon
Salomanje
Ev Ahalisi
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :