“İspanya, Türkiye’ye o kadar çok benziyor ki!” minvalinde çokça cümle kurulur. Ancak “Bizde meze ne ise, onlarda da tapa o” sözü adeta havada kalıyor.
Akdeniz'in iki yakasının temsilcilerinden olan Türkiye ve İspanya için, hem iki ülkenin de yazılmasına katkı sağladığı Akdeniz tarihi hem de bu iki ülke üzerindeki Arap kültürünün hatırı sayılır etkisi nedeniyle, "İspanya, Türkiye'ye o kadar çok benziyor ki!" minvalinde çokça cümle kurulur. Fakat kültürel alanda daha yeme-içme alışkanlıklarına bakar bakmaz, aslında iki ülke arasında tıpatıp bir benzerliğin söz konusu olmadığını fark ediliyor. Ve dolayısıyla "Bizde meze ne ise, onlarda da tapa o" sözü adete havada kalıyor.
İspanya'da aperatiflerin genel adının ‘tapa' olmadığını, üzerinde soğuk yiyecek ile birlikte gelen dilim ekmeklere ‘tapa' dendiğini hatırlatmadan geçmeyelim. Tapanın yanısıra "pincho" denen kürdan ile tutturulmuş yiyeceklerden alınacabileceği gibi, ortaya büyük boyutta "racion" da söylenebilir.
İspanya'nın yemek kültüründe önemli bir yer tutan "tapa"ların ne menem şeyler olduklarını anlamak için, öncelikle İspanya'daki yemek alışkanlıklarına bir göz atalım:
İlki sabah kalkınca kahve ve tatlı çörek eşliğinde, ikincisi de 11.00-12.00 arası "bocadillo" denen sandviçler veya Türkiye'nin bazı bölgelerinde "lokum" ya da "lokma" olarak bilinen hamur kızartması "churros" ve sıcak çikolata ile yapılan kahvaltıların ardından, öğle yemeği burada 14:30 – 16:00 saatleri arasında yeniyor.
Akşam yemeğine ise 22:00'den sonra oturuluyor. Salata veya makarna ile başlanan, bir kadeh içkinin eşlik ettiği ana yemek ile devam eden ve tatlı-kahve ikilisi ile sonlanan bu iki öğünün arasındaki zaman farkı nedeniyle "İnsan açlıktan ölür!"diye düşünmeyin. Çünkü tam da bu noktada, devreye bir ara öğün giriyor! Bu öğünü kahve ve kruvasan ile de geçiştirenler olsa da, günün bu saatlerinde ara öğün mahiyetinde, atıştırmanın yanı sıra bir "sosyalleşme" eylemine de aracılık ettiği için genellikle gençler ve kendini genç hissedenler tercihlerini "tapa"dan yana kullanıyor.
İşte bu yüzden de "Türkiye'de meze ne ise, İspanya'da tapa o" sözü geçerli değil. Diyeceğimiz o ki "meze" ile "tapa" arasında işlevsel bir farklılık var. Türkiye'de insanlar "içmeye" gider ve saatlerce başında oturdukları rakı sofralarına el emeği, göz nuru ile hazırlanmış mezeler eşlik eder. (Ya da "İki bira atalım" denir; "Haydi çıtır mantı yiyelim de, yayında bira gelsin" demez kimse!) Fakat "tapeo" eyleminden de anlaşılacağı üzere, Türkiye'de önemli bir kısmını ana öğün mahiyetindeki rakı sofralarının temsil ettiği içki kültürü, yerlerinde duramayan İspanyollar için tabiri caizse fazla "ağır". Onlar tapa olarak –bazı yerlerde- üzerine zeytinyağlı domates rendesi sürülmüş bir dilim kızarmış ekmeği mideye indirirken, bazı yerlerde ise bir dilim beyaz ekmek üzerinde servis edilen jambon yani "jamon"u, domuz sucuğu "chorizo"yu, keçi peynirini, karides, kalamar ve vazgeçemedikleri patatesli omletler ile tortillayı ayaküstü yerken, bu tapaların yanında "caña" adını verdikleri "bir su bardağı bira"yı tercih ediyorlar.
Caña; su bardağı ile satılan bira
Yani amaç ara öğünde tapa yemek; alkol ise sadece tapaya eşlik ediyor.
Ama bu noktada, alkolün İspanya'da günün her saatinde, su niyetinde içildiğini eklemeden geçmeyelim! Zaten tapa istendiği zaman, yanında bedava içecek gelmiyor; fakat içki istendiği zaman yanında mutlaka bedava tapa veriliyor. Hem de bazı mekanlarda her içki için ayrı bir tapa...
Özetle İspanya'da 17:00 – 20:00 saatleri arasında o "tapas bar" senin bu "tapas bar" benim dolaşmak, her mekanda birer içki içmek ve tabi içkinin yanında gelen tapaları yemek suretiyle "tapeo" ya da "bir de tapas / tapasa gitmek" olarak anılan bu sosyalleşme-yeme-içme eylemler bütünü, büyük bir keyifle gerçekleştiriliyor.
Madrid'deki "Tapas Bar"ların (Mekansal) Özellikleri
Madrid'deki klasik "tapas bar"ların pek çoğunun birbirine benzemesi ilk bakışta garip gelse de, bu mekanları birbirine benzer kılan şeyin, aslında Madridlilerin o çok sevdiği "salaşlık" olduğunu anlamakta gecikmiyor insan.
Bir bar ve bir kaç masadan ibaret olan bu mekanlar, arka tarafa doğru iç içe geçmiş bölmelerle genişletilebiliyor. Duvarları genellikle boğa güreşlerinden kareler, eski fotoğraflar, doldurulmuş hayvan kafaları ve bir de "jamon"lar süslüyor. Barın iç tarafındaki camlı bölmede ise yiyecekler duruyor.
Madrid'de, adım başı karşınıza çıkacak olan "tapas bar"ların herhangi birine girebileceğiniz gibi, kentteki tapa mekanlarının yerlerini gösteren "tapas map"lerden de edinebilirsiniz.
Bu mekanlar genellikle loş ve pis. Ama bu noktada "pis olma" olayına bir açıklık getirmek gerekiyor, çünkü "tapas bar"ların pis oluşu bir geleneğe dönüşmüş durumda.
Öncelikle –sadece tapas barlar değil- Madrid'deki hemen hemen bütün mekanların "bar" ve "salon" olarak ayrıldığı ve oturulan yere göre farklı fiyat tarifesinin uygulandığı göze çarpıyor. Barda oturduğunuzda, masada oturarak yediğiniz yiyeceklere ödediğinizden daha az ödüyorsunuz. Belki bu yüzden, belki de "tapeo" kültürüne daha uygun olduğundan genellikle ayak üstü barda atıştırmak tercih ediliyor. Dolayısıyla barlar son derece kalabalık oluyor. Barın dibinde mutlaka çöp tenekeleri bulunmasına rağmen ise bu kalabalık –henüz kapalı mekanlarda sigara içmek yasaklanmadığı için- sigara izmaritlerini ve peçeteleri yere atıyor!
Üstelik mekan sahibi bu pisliği hemen süpürmüyor, hatta biriktiriyor. Çünkü mekan ne kadar pis ise, o kadar tutulan bir yer olduğu anlamına geliyor. Fakat müşterilerin neden çöp kutusunu kullanmadıklarına dair net ve tek bir neden ortaya koymak mümkün değil… Bazı garsonlar, müşterilerin beğenilerinin bir ifadesi olarak çöplerini yere attıklarını söylerken, bazıları ise bu durumu İspanyol insanının rahatlığına ve pisliğine bağlıyor. Çoğu tapas bar müdavimi ise barda neden yere çöp attığı daha önce hiç düşünmediğini, hatta bunun garip olduğunun dahi farkında olmadığını açık yüreklilikle dile getiriyor.
İspanyolların dünyanın en titiz insanları olduklarını iddia etmek ne kadar akıl dışı ise, barda çöpleri yere atma konusunu onların pis olmalarına bağlamak da o kadar akıldışı. Çünkü barda yere çöp atan Madridliler, aynı barın salon kısmına oturduklarında çöplerini yere değil, küllüklere atıyorlar! Dolayısıyla bu durumun daha derin bir açıklaması olduğunu umarak ve bunu sosyologlara bırakarak, dolayısıyla sadece Madrid'de, yere çöp atmanın bar kültürünün bir parçası olduğunu söylemekle yetiniyoruz.
Meraklısı İçin; "Tapa"nın Tarihçesi
İspanya'da açlığı yatıştırmak için içkinin yanında ufak tefek şeyler atıştırmak, aslında eski bir gelenek… Tapanın ortaya çıkışı ile ilgili anlatılan hikayelerden en çok bilineni ise, Alfonso dönemine dayanıyor. Bir hastalığın pençesine düşen Alfonso'ya, doktor tarafından önerilen ve öğün aralarında almasını tembihlediği bir kaç yudum şarap ile alkolün etkisini azaltmak için şarabın yanında yenilmek üzere bir iki lokmalık yiyecek önermesi iyi sonuçlar verince, artık ülkede yiyeceksiz şarap dağıtılmaz oluyor.
"Tapa" kelimesinin "tapar/ kapatmak" fiilinden türetildiği söyleniyor.
Başka bir anlatıya göre ise Ferdinand döneminde, ülkede artan karmaşadaki alkol katkısını en aza indirmek için, taverna dışında içilmek üzere satın alınmak istenen içkiler, kapaklı kupalarda servis edilmeye başlanıyor. Müşteri kapağı kaldırdığında, öncelikle kapağın altından çıkan jambon ya da peynir gibi soğuk yiyeceği yiyor ve sonra içkisini yudumluyor. Böylece de kişinin, boş mideye giden alkolün gazabından bir-iki lokma ile korunmuş olması geleneği zamanla yaygınlaşıyor.
Bugünkü anlamıyla "tapa"nın ise, İspanyol şarabı "sherry"yi üreten mahzenlerin, mahalleliye bardakla şarap satarken şarabı sinekten korumak için bardağın üzerini bir dilim ekmek ile kapatmalarından doğduğu ve hatta "tapa" kelimesinin de "tapar/ kapatmak" fiilinden türetildiği söyleniyor.
"Gidilebilecek "Tapa" Mekanlarından Küçük Bir Seçki" için lütfen ilerleyiniz. >>>>>>>>>