Londra Mimarlık Haftası kapsamında düzenlenen 'çirkin binalar' turuna katılan şehir plancısı Asalet Tulaz, etkinlikle ilgili izlenimlerini Mimarizm sayfalarına not düştü.
Şehir plancısı Asalet Tulaz, yaşadığı ve çalıştığı kent Londra'dan bildiriyor. Londra Mimarlık Haftası kapsamında düzenlenen 'çirkin binalar' turuna katılan Tulaz, etkinlikle ilgili izlenimlerini Mimarizm için kaleme aldı.
Bu yıl 1-30 Haziran arası düzenlenen Londra Mimarlık Festivali birçok farklı etkinliğe (çalışma atölyesi, konferans, panel, tartışma, gösteri, sergi ve enstalasyon, film gösterimleri, aile ve çocuklara özel aktiviteler, öğrenci çalışmaları) ev sahipliği yaptı. Bütün bunların yanında, kent merkezindeki ve çeperlerindeki kentsel dönüşüm ve yeni gelişim projelerinin bulunduğu bölgelere düzenlenen geziler gibi pek çok alternatif kent turunu da bünyesinde barındırıyor.
Bu yazının konusu ve belki bu turların en ilginçlerinden biri olan Londra'nın En Çirkin Binaları turu da kent algımızı geliştirip zenginleştirme ve görünenin derinine inme imkanı sunuyor. Her şeyden önce, bu turu mimarlıkla mesleki olarak uğraşmayan iki oyuncu kadın düzenliyor ve her ne kadar mimarlık, farklı alanlardan bolca beslenen bir disiplin olsa da, Londra Mimarlık Festivali'nde başka meslek gruplarının organize ettiği etkinleri görmek Türkiye'deki mimarlık festivallerini düşününce oldukça şaşırtıcı...
Esasında "çirkin binalar" gibi tamamen öznel ve göreceli bir konuyu ele almanın zorluğunu vurgulamak gerek, zira mimari estetik derin ve uzayıp giden tartışmaların döndüğü bir konu.
Londra'ya ve bu kentteki mimarlığa dair söyleneceklerse bitmez. Çirkin binalar deyince, Londra gibi bir kentte herkesin elbette kendince bir fikri var. Tarihi binaların neredeyse içine kadar giren, sivri çıkıntılarını ve en uç noktalarını onlara doğru uzatan (bu tavır tarihi binayı imleme, göstererek yerini belirleme, ona referans verme, bir tur selamlama olarak da yorumlanabilir) ultra modern ve sıra dışı mimari örneklerin bolca görüldüğü bir kent Londra... Katı planlama ve koruma kurallarının içinde kendilerine yer açmaya çalışan, imzalarını ve ekollerini sonraki yıllara taşıma çabasında olan mimarların fazla bir alternatifi de yok belki, böylesi pasif agresif bir tavır geliştirmek dışında.
Dünyanın en büyük metropollerinden biri olan Londra, modernite-postmodernite alanında da öncülüğü kaptırmadan, dünyanın tarihi olarak görece daha yeni metropolleriyle yarışarak, mimari alanda bir iz yaratmaya ve damgasını vurmaya çalışıyor. Değişimi takip etmeye ve yakalamaya, bir yandan da hızla gelişen nüfusun baskısıyla katı planlama kuralları aracılığıyla baş etmeye çalışarak, kendine ait konut mimarisini hala devam ettirebiliyor. Londra aynı zamanda dünyanın öncü finans merkezlerinden biri olarak, ofis binalarının eski kent çekirdeğini domine ettiği bir yerleşim. Öncü mimarların en büyük eselerini hayata geçirdiği; Norman Foster, Zaha Hadid, Renzo Piano gibi büyük mimari ekollerin yaratıldığı, farklı mimari tarzları ve dönemleri bir arada bulabileceğiniz zengin bir kent.
Çirkine çirkin diyebilme özgürlüğü
Bizim ele alacağımız turun kendisi çirkinlik kavramının sorgularken güzellik kavramını da belki yeniden ele alacak. Deyim yerindeyse, bir yandan çirkine güzelleme yaparken -aslında çirkin diye düşündüğümüz şeylerin güzel yanlarını vurgularken-, diğer yandan "çirkin" olduğunu düşündüğümüz şeylere çirkin diyebilme özgürlüğünü getirecek. Bu anlamda turu cesaretli bir çıkış olarak yorumladım ve mimarlığın katı disiplinini bir anlamda kırma çabası olarak gördüm. Turun kapsadığı birçok örnekte görüldüğü gibi "çirkinlik" aslında görsel çirkinliğin ötesine geçiyor; zaman zaman tarih, zaman zaman binanın yapılışının arkasında dönen kirli işler, emlak piyasası, soylulaştırma gibi faktörler "çirkinliğe" eklemleniyor.
"En Çirkinler"
Birbirinden çok farklı mimari zevklere sahip olan tur katılımcılarının, Londra'nın başlıca binaları arasında yaptıkları çirkinlik sıralaması şöyle oldu:
1- Centre Point
2- Walkie Talkie binası (20 Fenchurch Street)
3- The Bezier Building
4- St Georges Wharf
5- City Hall
6- The Shard
7- London Eye
8- National Theathre
9- Tate Modern
10- Big Ben
11- Strata Tower
Festivalin öne çıkan etkinlikleri:
- Victoria & Albert Müzesi'ndeki gece etkinliği
- "Thomas Heatherwick, Dan Pearson & Joanna Lumley: The Garden Bridge Project" paneli
- "The Death and Life of Great London High Streets" turu
- "Moda ve Mimarlık" paneli
- Piknik söyleşileri
- Bisiklet turu etkinlikleri
- Ve sergiler..
Tur Durakları:
Einsenhover Centre
Teatral bir sergilemeye konu olan ve Goodge Street istasyonunda başlayıp, Bloomsbury ve Totenham Court Road'dan geçerek Covent Garden'da son bulan turumuzun ilk durağı, Goodge Street metro istasyonu karşısında, Chenies Street üzerinde yer alan Einsenhover Centre.
Etrafındaki tarihi binalarla ve Victorian tarzı evlerle rahatsız edici bir uyumsuzluk sergileyen bu bina aslında II. Dünya Savaşı sırasında inşa edilen tünel sığınaklardan (deep level shelter tunnel) birinin doğu girişi ve havalandırma şaftı. Batı girişi Tottenham Court Road'da, Whitfield Memorial Kilisesi'nin yanında yer alıyor.
Northern Line metro hattı üzerindeki istasyonlardan yedi tanesinde bu tünel sığınaklar mevcut. 1930'larda yetersiz kalmaya başlayan hat için ikinci bir çift tünel planı geliştiriliyor. II. Dünya Savaşı'nın arifesinde rafa kaldırılan bu planlar, 1940 yılında giderek artan sayıda insanın gece yapılan hava saldırıları sırasında sığınak olarak metro platformlarını kullanmasıyla hayata geçiriliyor ve tünel sığınaklar inşa ediliyor.
Her bir sığınak temelde 8 ila 12 bin kişiyi barındırmak üzere tasarlanıyor. İçerde revirler ve koğuşlar bulunuyor. Tamamlanması 1,5 yıl süren bu sığınaklardan Goodge Street istasyonunda yer alanı, sığınak olarak kullanılamamış çünkü yapımı savaşın sonlarına doğru tamamlanabilmiş. Oysa bu bina, tasarımı gereği yalnızca dikey olarak düşen bombalardan zarar göreceği için ve tam dikey bomba düşme olasılığı düşük olduğu için aslında çok güvenli bir sığınak çıkışı olabilirdi. Diğer metro tünel sığınaklarsa savaş sırasında bakım ve onarım maliyeti yüksek olduğu için verimli olarak kullanılamıyor.
General Eisenhower binayı karargâh olarak kullanmaya başladığından yapı bu isimle anılıyor. 1956'da çıkan yangından sonra artık konaklamaya müsait olmadığına karar verilen tüneller şimdilerde film ve video arşivi olarak değerlendiriliyor.
*
Whittington House
İkinci durağımız Eisenhower Centre'ın hemen yakınında, Alfred Place üzerinde yer alan Whittington House. Mimar Richart Seifert tarafından 1972 yılında ofis binası olarak tasarlanan; yukarıyı işaret eden, göğe dönük kapı ve pencere tasarımıyla perspektif algısını bozan yapı, olduğundan daha uzun görünüyor ve bulunduğu sokaktaki tarihi binaların yanında adeta bir uzay mekiği gibi duruyor.
Haberin devamı için ilerleyiniz >>>>>