Yapı-Endüstri Merkezi (YEM) Yönetim Kurulu Başkanı Doğan Hasol ile, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınların'dan çıkan Nehir Söyleşi kitabı "Aferin Desinler Diye" üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi, 27 Ekim 2011 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki'nde yayımlandığı haliyle paylaşıyoruz.
"Aferin Desinler Diye" –kapağı üzerinde de belirtildiği gibi- bir "Doğan Hasol kitabı"… Derya Nüket Özer'in soruları eşliğinde şekillenen kitap, Hasol'un öznel deneyimleri ile kamusal deneyimlerinin "çakışarak çatallandığı", çok yönlü ve 50 yılı kapsayan bir hikaye sunuyor. Üstelik de bu, bir tür girişimcilik hikayesi: İTÜ Mimarlık Fakültesi mezuniyeti ardından asistanlık, Mimarlık Dergisi ve Mimarlar Odası görevleri; Has Ajans, Has Reklam, PiAr ve elbette Yapı Endüstri Merkezi, Hasol'un "koltuğundaki karpuz"lardan yalnızca birkaçı...
Doğan Tekeli'nin "çok cepheli, zengin bir yaşam öyküsü" olarak tanımladığı bu kitap, "geniş bir vizyon, mesleğin farklı alanlarında giderek büyütülen hedefler ve onlara ulaşmak için durmak bilmez bir çalışma" ve "sadece mimarlar değil, tüm diğer kuşaklar için ilham verici ve yüreklendirici" bir hikaye ortaya koyuyor.
"Aferin Desinler Diye"nin yayımlanması vesilesiyle bir araya geldiğimiz Doğan Hasol ile kariyeri ve mimarlık mesleğini konuştuk, girişimcilik ruhunun doğasını ve anıların aktarılması deneyimini detayları ile ele aldık.
50 yıllık hayat kesitinizde çok sayıda ve eş zamanlı işiniz/göreviniz/sorumluluğunuz olduğunu görüyoruz. Mimarlık, yayıncılık, fuarcılık ve reklamcılık uğraşlarınızdan birkaçı… Bunların arasında Galatasaray Spor Kulübü ve Mimarlar Odası'nda, öteki mimarlık kuruluşlarında yöneticilik ile Yapı-Endüstri Merkezi'nin kuruculuğu gibi yüksek profilli uğraşlar da mevcut. "Bir koltukta üç karpuz taşımak" olarak tanımladığınız bu çok yönlü girişimcilik güzergâhını nasıl anlamlandırıyorsunuz?
Benim her an taşıdığım, en az üç karpuzdur herhalde! (gülüyor). Yaşamım biraz daldan dala gelişti ama, bu bilinçsiz bir daldan dala konma hali değildi. Rastlantılar olmadı değil elbette… Örneğin, kardeşimin vefatı üzerine reklamcılık yapmak zorunda kaldım. Ama bütün bunları hep görev bilinciyle yapmaya çalıştım. Kendimi tanımlayacak olursam, bir girişimciden çok, öncelikle bir "görev adamı" olduğumu söylerim. Gerçi, insan henüz kendini kanıtlamadan bunca farklı dalda faaliyet gösterdiğinde buna "maymun iştahlılık" diyebiliyorlar. Ne zaman ki ürünler vermeye başlıyorsunuz, yorum değişiyor: Bu kez, "karizmatik kişilik" demeye başlıyorlar.
Çok yönlü ve çok disiplinli kariyerinizin miladı neydi?
Daha Mimarlık Fakültesinin son sınıfındayken beni, Bülent Özer'in bazı öğretim üyeleri ve asistanların katılımıyla çıkarmakta olduğu "Mimarlık ve Sanat" dergisine çağırdılar. İlk yayıncılığım böyle başladı. Mezun olmama yakındı; Bülent Özer adeta bir oldubitti şeklinde hocalarla, Prof. Kemali Söylemezoğlu ve Prof. Orhan Safa ile konuştu ve benim üniversitede asistan olarak kalmama zemin hazırladı. Öylece asistan oldum. Bir süre sonra parasal soluğumuz tükendiği için "Mimarlık ve Sanat" dergisini kapatmak zorunda kaldık. Hemen peşinden Mimarlar Odası yeni çıkarmaya başladıkları "Mimarlık" Dergisi için ekip olarak bize talip oldu. Ben de orada yayın uzmanı olarak görev aldım. Çalışmamdan memnun kalmış olacaklar ki, bir cumartesi günü gitmediğim bir Mimarlar Odası Genel Kurulu'nda Yönetim Kuruluna seçildim. Ardından, pazartesi günü çağırdılar, "Yönetim Kurulu toplantısı var; seni Sekreter Üye seçeceğiz" dediler.
Reklamcılık ise kardeşimin konusuydu. Onun bir trafik kazasında, ani bir şekilde vefatı üzerine Has Reklam'a çaresiz el atmamız gerekti. Orada sanıyorum ki benim koyduğum katkı, araştırmacı reklamcılığı başlatmamız oldu. O tarihte araştırmacı gazetecilikten söz edilirdi ama araştırmacı reklamcılıktan hiç söz edilmezdi. Oysaki bir ürünün reklamını yapacaksanız, önce araştırmasını yapmanız gerekir: Reklamı ne için yapıyorsunuz, hedef kitleniz nedir, hangi mecralarda hangi dozda yapmanız gerekir? Bütün bunları baştan araştırıyorduk. Tabii o fikir daha sonra piyasa araştırma firması PİAR'ı doğurdu. PİAR'ın kurucularını oluşturan ekip ise, Hastaş'ın danışmanlığını üstlendiğim Körfez Şehri girişimi döneminde bir araya geldiğimiz isimlerdi. Dönemin tek araştırma kuruluşu PEVA'da çalışmış olan Bülent Tanla'nın yanısıra, Bülent Ünal, Akın Alyanak, Ali Yetkin Mutlu, sonradan YASED Genel Sekreteri olacak Abdurrahman Arıman, Hüseyin P. Pur gibi isimlerdi.
Tüm bu girişimcilik hikâyesinin belki de en uzun soluklu ürünü olan Yapı-Endüstri Merkezi'ni (YEM) kurduğunuz tarih de, oldukça erken bir tarih. Mimarlık ve yapı sektörüne hizmet edecek bir "bilgi merkezi" oluşturma iddiası, ilk olarak nasıl aklınızda belirmişti? Böylesi bir kuruluşa duyulan ihtiyacı nerede gördünüz?
Daha üniversite yıllarında, yurtdışında benzer kuruluşların varlığından haberdardım. Örneğin II. Dünya Savaşı sırasında %80'i yıkılan Rotterdam'da, kentin yeniden inşa edilmesi gündeme geldiği zaman gerçekleştirilen ilk bina "Bouwcentrum" (yapı merkezi) binası olmuş, şehir oradan sağlanan bilgiye göre yeniden inşa edilmişti. Bu, çarpıcı bir örnekti. İstanbul Teknik Üniversitesi'nin bugün "Mühendishane" diye anılan ve lokanta olarak kullanılan yapısı o zamanlar böyle bir yapı malzemesi sergisi için hazırlanıyordu. İmar ve İskân Bakanlığı'nın da buna benzer bir girişimi vardı: Bugünkü Harbiye Kongre Merkezi'nin olduğu yerde bir yapı malzemesi sergisi gerçekleştirilmesi düşünülüyordu; hattâ maketi bile yapılmıştı. Fakat zaman içinde gördük ki o girişimler çok yavaş ilerliyor, hattâ yerinde sayıyordu.
O dönemde taşıdığım "karpuzlar"dan bir tanesi de, Lufthansa'nın Elmadağ'daki ofisinin içmimarlık düzenleme işiydi. Bu iş için Lufthansa'nın merkezinden gelen Avusturyalı bir mimar, piyasada mevcut yapı malzemelerini görmek istedi. Ben de kendisini Perşembepazarı'na götürdüm. O zaman yapı malzemesi ancak Perşembepazarı'nda bulunurdu. Dükkânlarda tek tük birşeyler vardı; fayansların çoğu zaten işportada satılıyordu. O dükkân, bu dükkân gezerken adam yoruldu. Şaşırdı da: "Bütün bu malzemeyi topluca görebileceğimiz bir merkez yok mu?" dedi. Benim açımdan çok çarpıcı bir deneyimdi. O gün böyle bir merkezin kurulması gerektiğine iyice inandım ve "Biz bunu yapabiliriz!" diye düşündüm.
Sonraki sayfada: "İyi hesaplanmış risk, risk değildir"