Murat Bey, Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmeden önce Türkiye'de pratik anlamda deneyim kazanma fırsatı yakalamış mıydınız?
MŞ: Hayır. Benim güzergahım şu şekilde gelişti: Lisans eğitimimi burada, YTÜ'de aldım. Ardından yüksek lisansımı tamamlamak üzere University of California Los Angeles'a (UCLA) gittim. Bu arada belirtmeliyim ki Yıldız'da çok iyi bir eğitim aldım. Şanslı bir periyota denk geldim ve çok iyi hocalarla çalıştım. Sanırım Yıldız, belli bir aralıkta –belki 5-6 sene boyunca- öğretim görevlileri açısından çok bereketli idi. Bu, tam olarak da Necati İnceoğlu'nun dekanlığı zamanına rastlıyordu. Uzun sözün kısası, söz konusu eğitim bana mimarlığın farklı perspektifleri olduğunu gösterdi: Bir tarafta herkesin bir şekilde öğrenebileceği ve hatta başarılı olabileceği "tasarım" faaliyeti var. Ancak mimarlıkta tasarımdan daha fazlası var! Mimarı tasarımcıdan farklı kılan, ortaya koyduğu fikri, işi gerçekleştirme pratiği… Bu yüzden benim hedefim de, öncelikle yurtdışına gitmek, orada eğitim almak, çalışmak ve mesleki yetki belgesi almak oldu. Bunu yapmak, mimarlığın nasıl hayata geçirildiğine dair muazzam bir bakış açısı sundu.
Türkiye'ye geri döndüğünüzde, burada projelerin gerçekleştirilme dinamiklerini nasıl değerlendirdiniz? Özellikle de her iki coğrafyanın mimarlık alanında "bilgi"ye verdiği önem üzerinden nasıl bir kıyaslama yaparsınız?
MŞ: Muhtemelen Alexis ve benden farklı cevaplar duyacaksınız, çünkü farklı arka planlara sahibiz. Sonuçta ben Türkiye'de doğdum ve büyüdüm; ancak profesyonel hayatımın çoğunluğunu da Amerika'da geçti. Belki şu sıralar eşitlenmiş olabilir bir oran… (gülüyor) Sonuçta mesleki hayatımın çoğunluğunu Türkiye'de üretmek, deneyimlerimi ve bilgimi buraya entegre etmek üzere "öğrenerek" geçirdim. Dolayısıyla Türkiye'de bilgiye verilen değer yoksunluğunu gördüğümde, bir yandan hayal kırıklığına uğruyorum. Diğer yandan da –bu kültüre daha yakın olduğum için- bunu öngörebiliyorum. Dünyanın önemli ofislerinde çalıştığım için şunu da görebiliyorum: Böylesi kültürel fenomenler, daima tasarımsal sürecin bir parçası. Sıcak veya soğuk bir yerde tasarlayabilirsiniz; yüksek veya düşük bütçe ile tasarlayabilirsiniz. Bazen de bilgiye çok değer vermeyen bir kültürel yapı içinde tasarım yaparsınız. (gülüyor) Bunu böylesine "hafif" bir şekilde söylediğime bakmayın, bazen insan harap olabiliyor! Ama tüm bu kriterlerden haberdar olmak çok önemli. Geçmiş deneyimlerimiz bize tam olarak da bunu gösterdi.
1 - Media City:UK, Medya üretimi ve yeni perakende/rekreasyon tüketimini harmanlayacak bir ticari ana aks diyagramı, 2007. 2 - Bazaar, Sosyal medya ve ilişkili aracı çevreler tarafından beslenen bir pazar senaryosu, 2009.
AS: Evet, gerçekten de benim ilk algım çok daha farklıydı. Her şeyden evvel dili bilmiyordum. Dolayısıyla reddedilmenin inceliklerini algılamamak şeklinde bir şansa sahiptim. (gülüyor) Ama aynı zamanda, "buralı" olmadığım için bazı şeylerin "saçmalık" olduğunu söyleme lüksüne de sahiptim. İlk 2-3 sene boyunca bazı şeyler dehşet vericiydi. Sürekli olarak Türkiye'de "yapamayacağımız" şeyleri anlatıyorlardı. Bir fikir sunuyorsunuz ve aldığınız cevap şu oluyor: "Bütün bunlar güzel şeyler. Bunları orada yapabilirsiniz, ama burada yapamazsınız." Ben de tam olarak bunun saçmalık olduğunu belirtiyordum. Elbette yapabilirsiniz, yalnızca gerekli olan bilgiye, enerjiye ve liderlik vasfına sahip olmalısınız. Belki tıpatıp aynı şeyi yapamazsınız, ama aynı hedefleri, arzuları yaratabilirsiniz. Örneğin, üst düzey bir çelik strüktür inşa edemeyebilirsiniz, çünkü üst düzey çelik endüstrisi mevcut değildir. Bunu yapmak konusunda diretirseniz, sürekli kavga edecek ve eninde sonunda başarısız olacaksınızdır. Ama bu inadın yerine, aynı düzeyde verimlilik sağlayabilecek yeni bir sistem önerebilirsiniz. İşte burada geçirdiğimiz ilk dönem, şunu sorgulamamızı sağladı: İnsanları başarılı kılmak için elimizde mevcut olan araçlar nelerdir?
Öte yandan bu konuya diğer bir açıdan bakarak empati kurmayı da başarabildim. Bence Türkiye'de insanlar bilgiye değer veriyorlar, fakat uzun bir aralıkta, kendi bilgi düzeylerini hep yanlış yansıtmışlar. Buna bağlı olarak da, kendilerine tanıtılan bilgi birikimine yatırım yapanlar, daima hayal kırıklığına uğramışlar. Sonuç olarak hizmet veren ile müşteri arasında beklentiler bağlamında bir uyuşmazlık ortamı oluşmuş. Ancak söz konusu durumun geçtiğimiz on sene içerisinde radikal bir biçimde değiştiğini gözlemliyorum. Çevremizde, bilgiye yatırım yapıldığını ve bundan iyi işlerin çıktığını gösteren bir sürü örnek oluştu. Yalnızca özel girişimlerde değil, ülkenin dört bir yanındaki belediyelerde bile… Yani "hedef"ine –bu tinsel bir hedef de olabilir, finansal da, kurumsal da- ulaşmak isteyen, artık doğru ekibi bulabiliyor. Dolayısıyla biz de, en başta her şeyi büyük bir endişe ile karşılamış olsak da, "ANLAYIŞ"la karşılaştığımız sürece bu ortamda etkili ve verimli olabileceğimizi fark ettik.