Arup, dünyanın en büyük tasarım, mühendislik ve danışmanlık firmalarından biri. Yapı-Endüstri Merkezi tarafından düzenlenen ‘Ekolojik Mimarlıkta Somut Adımlar' konferansına katılmak üzere Türkiye'ye gelen David Height'a, dünyanın hemen her yerinde sürdürülebilir mimarlık teknolojileri söz konusu olduğunda karşılaştığımız ad Arup'un mecradaki rolünü sorduk. Firmanın ekolojik mimarlık üretiminde izlediği süreçleri, bu süreçlerin aktörleri, prensipleri ve önemini aktaran Height, çok karmaşık eylemlerin iç içe geçebildiği ve üretimden kullanıma, yapıyı var eden tüm öznelerin katılımıyla mümkün kılınan bu mecranın açmazlarını aktardı.
Sürdürülebilir çevreler yaratmak için yalnızca teknoloji, mühendislik veya mimarlığın yeterli olmadığını ve olayın, mimarların genellikle görmezden geldiği daha geniş bir çerçeveden incelenmesi gerektiğini belirten Height, gelecekte mimarlığın sürdürülebilirlik politikalarına entegre olmasının hayatiliğinin anlaşılacağını belirtti.
"Sürdürülebilirliğe dair yüzlerce muhteşem fikir geliştirmekten ziyade, mümkün olduğunca çeşitli perspektiften konuya bakmak gerekiyor."
Dongtan City, Çin - Arup
Sizce sürdürülebilir tasarımın en önemli açılımları nelerdir?
Ekolojik tasarım anlamında bugün bulunduğumuz noktada, şehirleri ve binaları nasıl daha iyi tasarlayacağımızı belirlediğimiz sürecin en önemli açılımının, teknolojik enerji sorunları olduğunu düşünüyorum. Fakat bu, cevabın yalnızca bir kısmı. Sürdürülebilirlik, asıl anlamıyla İstanbul gibi, yüzyıllardır kültürün, kentleşmenin merkezi olmuş ve jenerasyonlar boyunca yaşanmış, çalışılmış, ulaşılmış ve dolayımlanmış kentlere bakarak çerçevesi çizilmesi gereken bir alan. Sürdürülebilirliğin etkili olması gereken alanlar da bu tür kentler. Tasarladığımız mekanlarda, çok daha efektif enerji kullanımı sağlamak adına, sosyal, eğitim, sağlık odaklı ve genel konfor koşullarını gözetleyici prensipler belirlerken, başarılı sürdürülebilir bir mekanı ortaya çıkaran temel bir koşutu gözden kaçırabiliriz. Karbon emisyonu veya yıllık enerji kullanımı gibi ölçümü yapılabilir gereklilikler veya ön kabullere odaklanmak, kuşkusuz çok kolay. Fakat örneğin, sosyal etkileşimi, üretim olanakları ve istihdam potansiyelini nasıl ölçebilirsiniz? Tasarladığınız her şeyin, inşaattan sonra planladığınız gibi çalışacağından nasıl emin olabilirsiniz? Bence anahtar soru bu olmalı. Sürdürülebilirliğe dair yüzlerce muhteşem fikir geliştirmekten ziyade, mümkün olduğunca çeşitli perspektiften konuya bakmak gerektiğine inanıyorum. Bu anlamda projenin başarısını belirleyenin daima materyaller ve teknolojiyle bağlantılı olmadığını görebilirsiniz. Teknoloji seçenekleri ve çözümlerinin yanında görünmez kalan, keşfedilip çıkarılması gereken, aksi takdirde çok değişik şekillerde projenin yaşamsallığını sarsabilecek problemler ortaya çıkabilir.
Treasure Island, Çin - Arup
Sizce mimarlıkta sürdürülebilirlik hedefi, ürünün işleviyle de bir bütün olarak ele alınmalı mıdır? Bir havalimanı terminali olarak işleyen ve ağırladığı yüzlerce uçakla atmosferdeki karbon dengesine her gün yeni darbeler vurabilecek bir yapının sürdürülebilirlik iddiasıyla ortaya çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyada var olan yapıların toplam hacmine ve ihtiyaç duyulan toplam yapı hacmine bakarsak, bir terminal binasının ne denli büyük ve ne kadar pahalı bir iş olduğunu görüyoruz. Fakat diğer yandan, aslında çok büyük bir sorunun inanılmaz derecede küçük bir elemanını oluşturuyor; asıl sorun şüphesiz konutlaşmayı mesken alıyor. Bu yalnızca iskan mekanı demek değil, onunla birlikte oluşturulması ve tasarlanması gereken parklar, rekreasyon alanları, spor fasiliteleri gibi pek çok yan işlev demek oluyor. Ekoloji probleminin gerçek hacmi de burada yatıyor. Elbette bir uzay üssü, bir gökdelen veya bir havalimanı terminali yapıyorsanız, bu binaların ekolojikliği bir tür telafi niteliği taşıyor, orada gözetilmesi gerekiyor. Benim kendime bir bardak çay koyduğum sürede Londra'da büyük çaplı bir tren istasyonunun yanında bir gökdelene binlerce kişi girip çıkıyor. Bir gökdelen inşa etmek demek, oranın çok yüksek yoğunlukta bir dikey kent olduğu düşünülürse, yeni bir ulaşım ağı üretmek demek. Ve elbette bunun enerji açısından efektif olabilmesi isteniyorsa, bir dağ başına, kent periferisine inşa edilmesi anlamlı değil.
Havalimanlarına gelecek olursak, bu konunun dünyanın çevresel krizindeki yeri oldukça belirgin. Çok gelişmiş ülkelerde ortaya atılan her yeni havalimanı projesi bir tartışma yaratıyor, güçlü bir kamusal dirençle karşılaşıyor ve artık sayıca çoğalmalarının önüne geçilmek isteniyor. Bu durumu anlamlı buluyorum, çünkü sürekli şikayet getiren diğer ulaşım araçlarının – araba, otobüs, metro vb – bundan 20 belki 30 sene içinde geçireceği teknolojik evrimle bugün oldukları ‘şey' olmayacaklarını biliyoruz. Araçlar temiz ve yenilenebilir enerji kullanabilecekler. Özellikle arabalar için yeni teknik ve malzemeler geliştirebildiğimiz çok açık. Dolayısıyla, günümüzün problemi olsun ya da olmasın, ulaşım araçlarının enerji verimliliği konusunda yapılan çalışmaların yakın bir gelecekte sonuç vermesi ve yaygınlık kazanması muhtemel gözüküyor. Probleme böyle yaklaştığımızda, geriye kalacak olan, onların kullanımını sağlayacak binaların, bugünden sürdürülebilirliğe entegre olmasının hayatiliği anlaşılacaktır.
"Yapının sürdürülebilirliği, yalnızca mimarların sağlayabileceği bir şey değil; bu bir takım işi."
Orman Kasabası, Bulgaristan - Arup
Arup'un hayata geçirdiği çok sayıda sürdürülebilir mimarlık projesi var. Bu yapıların inşa edilişlerinden sonra, belirlenen hedefleri gerçekleyip, stratejilere uygun kullanıldığını tespit ediyor musunuz? Böylesi bir takip söz konusuysa, enerji verimliliği veya karbon emisyon hacmi tahmin edilen değerleri izlemeyen yapılarda yeni önlemler alıyor musunuz?
Kesinlikle evet. Bu, özellikle Dongtan'ın yapımından sonra çok ama çok önem kazanacak ve bizim için de ilginç bir deneyim olacak. Tekil yapılar söz konusu olduğunda da, elbette böylesi takipler yapıyoruz. Kullandığımız teknolojilerden pek çoğu henüz prototip olarak üretilmiş oluyorlar; veya alışılagelmemiş yöntemler denenebiliyor ve değiştirilmesi gerekebiliyor. Bir kere kullanıcısına açıldıktan sonra, kuşkusuz yapı da aynı kalmıyor. Çoğu vakada, işlerin umduğumuz gibi yürümediğini farkettiğimiz anda gidiyor, yapıyı yerinde inceliyor ve gerekli değişiklikleri yapıyoruz. Örneğin Millennium Köprüsü'nün (Millennium Footbridge) kullanıma açılmasından sonra sürekli titreştiğini, sarsıldığını ve bu nedenle strüktürel tasarımının tam anlamıyla çalışmadığını gördük. Bu zor bir konuydu, çünkü çok uzun bir köprüyü, yalnızca yüksek gerilimli eğrisel bir yayla taşıtmaya çalışıyorduk. Bunun üzerine Arup takımı 6 ay süreliğine köprüyü kapattı ve strüktür destekleme çalışmaları yapıldı ve büyük kalabalıklarla yeniden test edildi. Millennium Köprüsü bu anlamda çok zorlayıcı bir konuydu; fakat Arup'un, projeyi koruyarak, yaratıcı fikirlerle yeni çözümler getirmesi anlamında sınırlarını genişletti. Bu gibi pek çok örnek sayılabilir, ama aynı şekilde Arup'un tahmin ettiğinden ve hesapladığından çok daha iyi çalışan projelere de rastladık.
Şehirlere geldiğimizde tamamen farklı bir mecrayla karşı karşıyayız. Sorunuza bu bağlamda cevap vermek gerçekten zor, çünkü o denli geniş bir zamansal periyodu kapsıyor ki... Kent 50 yıl, 100 yıl ömrü olan bir mekanizma değil ki... Masterplanın başarısı çok daha geniş çaplı bir kriterler dizgesi ve ölçmesi gerektiriyor. Bunlar öğrenim oranı mı, yoksa ev içi şiddet mi olacak? Aynı şekilde ölçmek istemediğimiz veya tespit edemeyeceğimiz çok sayıda şey de şüphesiz olacak. Bunlardan bazıları masterplanda bina, blok veya şema bazında müdahale edilebilir olacaklar. Fakat işin içerisine insan davranışları, eğilimleri ve alışkanlıkları girince, sanırım "Zaman içinde göreceğiz" demekten öte bir şey söylemek mümkün değil. Biz, elimizden geldiğince, insan canlısı mekanlar, insan hayatına katkı sağlayan ve onu kolaylaştıran çevreler yaratmak gayretindeyiz. Ama sorunu olmayan, içinde suç işlenmeyen bir kent asla olamaz, bu zaten kenti kent yapan şeydir.
Sürdürülebilirliğin, mimarlık bağlamında, malzeme seçimi, yapım teknikleri ve servis teknolojileri donanımının önemi göz önünde bulundurulduğunda, daha ziyade mühendisliğin başarısına bağlı olduğu söylenebilir mi?
Bence sürdürülebilir mimarlığın yetkinliği, bunların çok ötesinde prensiplerle doğrudan bağlantılı ve bunlar illa ki teknolojinin önemini yadsımaz. Fakat bir yapının çevresel etkilişimdeki başarısı, – ki bu su, gaz, elektrik gibi metaların kullanım ve işletim değerleri üzerinden ölçülebilir – onun doğal ortamındaki kurgusuna dair çok daha büyük bir resim tarafından etkileniyor. Mimarlar ise, bu resmin ancak küçük bir kısmına müdahale edebiliyorlar. Bu şartlar altında, evet, yalnızca mimari kararlar yapının sürdürülebilirliğini sağlayamıyorlar. Yapının bağlamı, katılımda bulunan mimar takımlar ve mühendislerin seçimleri doğrultusunda gerçeklenebiliyor. Veya, yine tekil yapı ölçeğinde düşünürsek, bir binaya ulaşmak için katedeceğimiz iki saatlik yol boyunca harcadığımız yakıt ve o aracın amortismanıyla birlikte ortaya çıkan karbon salınımı da, bu yapının varoluşundaki neden ve amaçların temelinde kusurlar yaratıyor. Çünkü sürdürülebilir ulaşım da bu büyük resmin bir parçasını oluşturuyor. Bu yolun katedilmesine yol açan arazi kararları mimara bağlı elbette olmasa da, çok önemsenmesi gereken bir farklılık yaratıyor.
Aynı zamanda müşteriler ve iştirakçilerin de rol oynadığını gözden kaçıramayız. Nedeni ise şu: Biz su tasarrufu sağlayan tesisat sistemleri ve enerji verimliliğini arttıran kurgular yaratabiliriz, fakat bu kulanıcının tüm gün aydınlatma elemanlarını açık bırakmasını veya tüm gün yoğun su kullanımını engellemez. Dolayısıyla insan davranışları da bu sorunun eksik kalan kısmını oluşturuyor.
Eğer bir adım geriye atar ve resmin tamamı için, örneğin Dongtan'daki gibi bir kent girişimine bakarsak, işin içine masterplanın tasarımcıları dışında strüktür mühendisleri, teknik mühendisler, sosyologlar gibi aktörlerin dahil edildiğini görüyoruz. Bu, bir takım işi. Ve bu büyük takım sosyal döngülerin, hareketlerin, kamusal alanlara ve tarım alanlarına ulaşılabilirliğin bir araya geldikleri güçlü bir kompozisyonu koordine etmek zorunda. Dongtan'da yaptığımız böyle bir işti. Sonuç olarak bir yapı parçasından bahsettiğimizde mühendisliğin payı sürdürülebilirlik adına oldukça büyükse de, bir kent parçasının karmaşık dokusu ve kurgusu bu payın azımsanmayacak ölçüde küçülmesine neden oluyor.