Nasıl başladı mimarlık serüveni?
Aslında çocukluğumdan beri inşaat işlerinin içindeydim. Babam elektrik mühendisiydi, Akşehir'de bir yandan elektrik malzemelerinin satıldığı bir dükkânı işletirken, bir yandan o dükkânda müteahhitlik yapıyor ve bir yandan da yaptığı işlerin elektrik projelerini çiziyordu. Kendisi elektrik projelerini çizmeden önce, aldığı işlerin mimari projesini bize çizdirirdi. Birlikte çalıştığı bir mimar vardı elbette ama Akşehir'de oturduğumuz 24 daireli apartmanı babam tasarlamıştı desem sanırım inanmazsınız..."Elimiz kırılsın" diye de çok küçükken elimize kalem vermişti. Daha ilkokuldayken rapido ile çizdiğimi hatırlıyorum örneğin ben…
Ciddi misiniz?
Tabi tabi, biz çok küçük yaşta mimarlığa başladık. (Gülüyor) Aslında biz dükkânda duruyorduk. Süren inşaatların işleri için babam dışarıda oluyordu. O yüzden biz hem dükkânda proje çiziyorduk, hem de elektrik malzemesi almak için gelen müşteriler ile ilgileniyorduk. Ben, kardeşim, kuzenlerim hep o tornadan geçtik. Böylelikle hiç farkında olmadan mimarlığa adım atmış oldum.
Nasıl farkına vardınız peki, mimarlığa duyduğunuz ilginin?
Mimarlığın bir şekilde içindeydim, ama aslında ne olduğunu da çok bilmiyordum.
Akşehir'de her yıl 5-10 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen "Nasrettin Hoca Festivali", ciddi bir kültür ortamı sunuyordu bizlere. Yurtiçinden ve yurtdışından pek çok ziyaretçinin geldiği bu festivalin sürekli katılımcıları arasında Aziz Nesin, Kuzguncuklu ressamlardan Mavitan ailesi, Muzaffer İzgü, Bekir Yıldız ve Cengiz Bektaş'ın adını saymak gerek. Bu festivallerin birinde ben, Cengiz Bektaş ile tanıştım. Tabi daha kendisi ile tanışır tanışmaz kafamda bir "mimar" imajı oluşmuştu. Cengiz abi Akşehir Evleri kitabı için Akşehir'e gelip geçici bir büro açtığında ise mimarlığın ne olduğunu yavaş yavaş kavramaya başladım.
Cengiz Bektaş ile tanışıklığınız çok eskiye dayanıyor o zaman?
Evet, Cengiz abinin, Akşehir Evleri kitabını yazdığı zamanlar benim ortaokul yıllarıma denk düşüyor.
Peki ya sonra?
Ortaokul yıllarım böyle geçtikten sonra, Mersin Fen Lisesi'ne devam ettim. Ailem de Akşehir'den Antalya'ya taşındı ve babam, bir mimar ile ortaklık kurarak orada müteahhitlik yapmaya devam etti. Ben de yaz aylarında onların yanında çalışmaya tabi.
Üniversite sınavından sonra ise tercih formuna, aklımın bir köşesinde hep olduğu için mimarlık ve dershanedeki rehberlik öğretmeninin yönlendirmesiyle ise şehir bölge planlama yazdım. Ve mimarlığı kıl payı kaçırarak Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir Bölge Planlama bölümüne girdim. İyi ki de bu bölüme girmişim, diyorum şimdi, çünkü bir sene boyunca çıkmaz sokak (cul-de-sac) tasarladık, site tasarladık, mahalle tasarladık; ring yollar, arazi ve yöneliş üzerinde durduk. Bütün bunların mimarlığıma katkısının olduğunu düşünüyorum.
Neden mimarlığa geçtiniz, peki?
Gerek resim, gerekse de perspektif çizimlerim iyiydi. Aslında hocalarımın üzerinde de "bu çocuk mimarlığa daha yatkın" gibi bir izlenim oluşmuştu sanırım. Şehir bölge planlamada okurken, mimari büro stajını Cengiz abinin yanında yapmıştım ben. O zaman kendisi bana "mimar olunmadan şehirci olunmaz" demişti. "İlk önce insan ölçeğini bileceksin. Bileceksin ki ona göre insanın şehrini tanımlayasın." demişti. Hem kendim istiyordum, hem de ustam "mimarlığa geç" demişti yani. Ders notlarım da tutunca mimarlığa geçtim.
Mimarlıkta aradığınızı buldunuz mu?
Buldum aslında ya da belki de şöyle söylemek gerek: En azından mimar olarak insanlara daha etkin bir şekilde hizmet edebiliyorum. Şehircilik okumaya devam etseydim, belediyede hayata geçmeyen şehircilik projeleri üretecektim en basit anlamda.