Yurtdışından geldikten sonra ne yaptınız, peki?
Askere gittim. Baktılar yurtdışında bulunmuşuz yeniden yurtdışı hizmeti verildi. Bosna Hersek'e gönderdiler beni. Askerden geldikten sonra ise, 2003 yılında, kentsel tasarım ve şehircilik projeleri yapan Akan Mimarlık'ta çalışmaya başladım. Beşiktaş Meydan Projesi'ni yaptık o dönemde. Fakat az önce de söylediğim gibi o kadar çok sekteye uğradı ki proje, eskizler belediyeden döndü vs. Hem bu yüzden, hem de mimarlık yapmak istediğim için oradan ayrılarak Tuncay Çavdar'ın yanına Atölye T Mimarlık'a geçtim. Antalya'da Lara'dan sonraki pek çok otelde kendisinin imzası olduğu aklımın bir köşesinde kalmış ismi. Tuncay bey çok tatlı bir insandı, ofis de çok güzeldi. Birlikte, biri Sultansaray Oteli ve biri de Susesi Delux Resort Otel olmak üzere iki tane otel projesi yaptık.
Tuncay beyin yanında çalışırken bir gün vapurda Prof. Dr. Necati İnceoğlu ile karşılaştım. Beni İstanbul Metropolitan Merkezi'ne (İMP) çağırdı. Bir yandan kamuda hiç çalışmadığım için biraz tedirgindim, ama diğer yandan da güvenebileceğim bir iş olsun istiyordum, evlilik aşamasındaydım çünkü. Bir de proje bitince mimarın ne olacağı çok belli olmuyordu. Velhasıl 2006 yılında IMP'da çalışmaya başladım.
Güvencesi olan bir iş bulduk, diye de evlendim. Fakat IMP'de, yönetim, Kaptan Hoca tarafından söylenen ücreti bana ödemedi. Çünkü Hüseyin Kaptan Hoca uygun maaşlarla gerekli olan çok kişiyi işe alınca bütçede açık oluşmuş. Ancak Kaptan hoca "biraz sabret, düzelecek" dediği için ben orada çalışmaya devam ettim. Bir de İstanbul için çalışmak, düzgün işler yapmak istiyordum. Fakat bir süre sonra, ben boşuna mı emek sarf ediyorum, diye de düşünmeye başladım. Örneğin IMP'de bir arkadaşımız 6 ay boyunca çalışarak Kağıthane Belediyesi için bir plan yaptı, fakat Kağıthane Belediyesi bu planı uygulamadı.
Uygulanabilirliği olmayan planlar mı yapılıyor yani İMP'de de?
Şöyle dersem daha doğru olur: Sayın Kadir Topbaş'ın IMP'yi kurmak ile çok doğru bir iş yaptığına inanıyorum. Çünkü İstanbul'un sorunları ancak mimari bir elden çözümlenebilir. Fakat İMP, açıkçası hala kendini kurumsal bazda kanıtlamış değil, sözünü dinleten bir kurum değil. İşte İMP'nin yani kurumlar arası hiyerarşik yerinin değişmesi gerek.
Hal böyle olunca, maaşımda da tüm yazışmalara rağmen herhangi bir artış olmadı ve ben de 7 ay çalıştıktan sonra İMP'den ayrıldım.
İMP'nin sizi nasıl bir katkısı oldu?
Öncelikle çeşitli disiplinlerin bir araya gelerek İstanbul ve bölgesi için böyle bir çalışma yapması çok güzel ve doğru bir karar bence. Diş çürük, ama çene de sağlam değil ki... İstanbul problemine büyük ölçekten yaklaşma konusunda bu disiplinlerin çalışmaları ve kamusal bazda yapıldığı yerde bulunmak çok değerliydi. Çünkü şehircilik bölümüne ilk başladığımızda hocalarımıza İstanbul'un nasıl düzeleceğini sormuştuk. Onlar da bunun çok zor olduğunu bunu böylece bırakıp başka bir yerde başka bir İstanbul kurulması gerektiğini söylemişlerdi. Bir öğrenci için inanılmaz bir yıkımdı. O yüzden İMP bir çıkış yolu olabilir, diye düşünerek çalışıyorduk.
Zaha Hadid'in, Onur Sıtkı Ercan'a hediyesi...
Açılan kentsel tasarım yarışmalarına ünlü mimarlar davet edilmişti. Bu mimarlar bu süreçte İstanbul'a gelip gidiyorlardı. Bana da kurum adına Zaha Hadid'in mihmandarlığını verdiler. Zaha Hadid'in tarzını çok severim. Mimarlığından bir şeyler kapma fırsatım olmasa da kendisiyle çokça zaman geçirme fırsatım oldu. İMP'nin bana en önemli katkısının bu olduğunu söyleyebilirim.
Peki ya sonra?
Sonra o dönem Çorlu'da bir ilkokul projesi yapıyordu Cengiz abi, proje bazlı olarak ona yardım etmeye geldim. O projeden sonra Afrodisyas Müzesi'nin tadilat projelerini yaptık. Yine o dönemde bilgisayarlar da dahil olmak üzere bütün büroyu elden geçirdik. Derken…
Proje bitti?
Evet, proje bitti. Çocuğumuz da yeni doğmuştu ve artan giderleri karşılamak üzere izin istedim Cengiz abiden.
O sırada Era Mimarlık'ta işe başladım. Az önce de söylediğim gibi, Sidney'de bir alışveriş merkezinin içindeki dönerci tecrübem burada çok işime yaradı. Çünkü bir sene boyunca Forum Aydın ve Forum Diyarbakır isimli 2 alışveriş merkezi projesinde çalıştım.
Sonra İMP'de birlikte çalıştığımız ve Prof. Necati Bey'in yerine gelen proje koordinatörümüz Dr. Burhan Satıcı Hoca, İKSV'ye geçmişti ve kurumun genel müdürlük binası olarak kullanılacak olan Deniz Palas apartmanın restorasyon inşaatı projesi için şantiye şefliğine çağırdı beni. Cengiz abi de zaten "artık çizmeyi öğrendin, sıra yapmayı öğrenmeye geldi" diyerek beni şantiyeye yönlendiriyordu. Zaten işi de çok sevmiştim. Çünkü bu şantiyede her kalem iş vardı; hem çelik işiydi, hem restorasyon, hem de güçlendirme. Benim için son derece önemli bir tecrübe oldu.
Sonra da tek başınıza adım atmaya başladınız sanırım?
Evet, ücretsiz metro gazetesi olarak bilinen Gaste'nin mucidi İsveçli Pelle Anderson`un asistanı, eşimin arkadaşıydı. Kendisi evini yaptırmak için çeşitli iç mimarlık firmalardan teklif almış, benden de teklif istedi. Teklifimi ve tasarımımı kabul etti ve Pelle Anderson'un evini yaptım. Böylece de kendi işime doğru yavaş yavaş yönelmeye başlamış oldum.
"120 metrekarelik 3 artı 1 dairesi vardı Pelle Anderson'ın. Ne istediğine dair oturup konuştuk önce. Kendisi, tipik bir Avrupalı gibi son derece minimalist idi. Çok güzel yemek yapıyordu ve mutfakta oyalanmayı seviyordu. Benden çok iyi bir mutfak istemişti. Sinemayı çok seviyordu, evdeki zamanının çoğunu film izleyerek geçiriyordu. Ona devasa tezgâhları olan ve fırın sistemi çok iyi çalışan bir mutfak yaptım. Rahat film izlemesini sağladım. Minimalist bir insanın sevebileceği az detayı olan bir proje yaptım kendisine yani. Türkiye'de İKEA mutfağın pahalı olduğu, daha ekonomik çözümler bulabileceğimiz yolundaki tüm ısrarlarıma rağmen ille de İKEA, diye tutturdu ve evi İKEA mutfak ile döşedik."
Diğer yandan da Zeytinburnu Belediyesinden bir restorasyon projesinin çizim işi gelmişti elime. Henüz bürom yoktu, evde çalışıyordum. Ama müşteriyi ağırlamak gerektiğinde zorlanıyordum. O yüzden Acıbadem'de tek başına çalışan başka bir mimar arkadaşımın ofisini paylaştım bir süre. Ama o yanına eleman alınca biraz kalabalık olduk. Ben de artık kendime bir mekân arayayım, derken Darbaz Yapının yaptığı Dragoz Towers'ın yanında olması planlanan Dragos Life projesi geldi elime. Tasarımım arsa sahipleri tarafından çok beğenildi, öyle ki yan adadaki arsa sahipleri de aynı bloktan kendilerine yapmasını istediler müteahhit firmadan. Ben de Dragos'a yakın olsun diye Maltepe Yalı Mahallesi'nde açtım ofisi.
İki katlı bir büro burası. Tadilat işlerini halledebileceğimiz bir bodrum katı var. Esas güzel olan, planlı bir mahallede oluşu. Gürültü ve park problemi yaşamıyorsunuz, denizle bağlantınız sayesinde İstanbul'da olduğunuzu unutmuyorsunuz.
Ofisin adını neden Vav Yapı koydunuz?
Ofisi açarken Guy Kawasaki'nin "Girişimcinin el kitabı" isimli kitabı okuyordum. Orda şirket isminin kısa ve akılda kalması ile ilgili bölüm beni düşündürmeye başladı. Sonra ben ne yapıyorum ne gibi hizmetler sunacağım derken, fütüristik bir yaklaşım olması itibariyle tezim aklıma geldi.
"VAV" aslında benim UNSW'deki tezimin baş harfleri : "Virtual Architectural Visualizations". Tezimde sanal gerçeklik tekniklerini "Virtual Reality" mimari tasarıma katarak bu süreci en iyi ve en kısa zamanda gerçekleştirme konusunu araştırmıştım. Bilgisayar unsurları; monitör, klavye ve mouse... bunların ergonomik olmadıkları ve tasarım sürecinde olması gereken beyin ve el birlikteliğini kısıtladıkları için mimarın önündeki engeller olarak tespit etmiştim... Tezimde sunduğum yöntemleri sonradan filmlerde görmeye başladık; "Azınlık raporu"ndaki Tom Cruise'un bilgisayar kullanımı... ya da Iron Man 1'deki tasarım süreçleri…