Sidney tecrübenizden biraz söz eder misiniz?
2000-2002 yılları arasında Sidney'de "The University of New South Wales (UNSW)"de Bilgisayar Ortamında Mimarlık bölümünde yüksek lisans yaptım. Orada bulunduğum süre içinde hiç mimar olarak çalışmadım, ama gözlem yaparak bir ofis deneyiminden daha çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim.
Avusturalya yerlilerine özgü üflemeli bir çalgı olan Didgeridoo'yu üflerken...
İlk zamanlar İngilizcem çok iyi olmadığı için "Darling Harbour" denilen bölgesinde bir alışveriş merkezinin içindeki dönercide çalıştım. Bu, benim alışveriş merkezleri ve şehir hakkında okuyarak öğrenemeyeceğim pek çok şeyi öğrenmemi sağladı. Bir alışveriş merkezinin trafo merkezinden tutun da çöp konteynırlarına kadar nasıl işlediğini gördüm. Bir fast food dükkânının nasıl çalıştığını, giyim mağazalarının geri planlarını öğrendim. Hangi saat dilimleri arasında, bu alışveriş merkezini kimlerin ziyaret ettiğini gözlemledim. -Bu tecrübeler sayesinde Era'da çalışırken bir alışveriş merkezi projesi dendiği zaman kafamda hemen olması gereken plan beliriyordu örneğin.-
Hafta sonları insanlar ne yapıyor, şehrin nerelerini kullanıyor? Şehir nerede patlıyor? İnsanlar hangi saatlerde ve nasıl yeşil alanlarda zaman geçiriyor? Mahalleler nasıl? Hep bunları gözlemledim.
Önceleri bir ailenin yanında kalmıştım, daha sonra bir süre okulun hostelinde yaşadım dört farklı kültürden öğrenciyle, sonra ise bir Türk arkadaş ile birlikte eve çıktım. Kaldığımız ev, tarihi bir evdi. Caddeye bakan balkonda, düşme tehlikesi olan betonarme bir parça vardı. Bir gün ev sahibi o parçanın kesilmesi gerektiğinin söyleyerek bizden izin aldı. İnanır mısınız, güvenlik tedbirleri alındı, cadde araç ve yaya trafiğine kapatıldı, ya aşağıya parça düşerse diye gergi açıldı. Ve tam 4 saatte o küçücük parçayı kestiler. Bizde olsa bir kalfa 10 dakikada vura vura düşürürdü o beton kütleyi (gülüyor), ne tedbir alınırdı, ne de cadde trafiğe kapatılırdı.
Avustralya'nın bana böyle katkıları oldu. Bir de Avustralya'da zamanla, oradaki Türkler gibi olduk; ticarete başladık. (Gülüyor) Evin bir odasını başka birine kiraladık… Ama en güzeli ise bir markette alışveriş yaparken hissettiklerimdi. Başka bir bölümde okuyan Türk arkadaşımla bir yandan sohbet edip bir yandan da alışveriş yaparken yanımıza oldukça yaşlı İngiliz bir bayan geldi. Nazikçe bize hangi dili konuştuğumuzu sordu. Biz de şaşırdık ve Türkçe konuştuğumuzu söyledik. Kadıncağız da şaşkın bir halde daha önce hiç böyle ahenkli, kulağa hoş gelen bir dil duymadığını söyledi. Öyle ki tüm dünyadan halkların buluştuğu bir kent olan Sidney'de bir İngilizden bunu duymak ayrı bir güzellikti bizim için.
"Mimar iyi bir aşçı olmalıdır. İnsanlarla iyi iletişim kurabilmeli, hatta herkesle diyalog halinde olmalıdır. İnsanı iyi bilmelidir, "
Biraz oradaki okulu ve Bilgisayar Ortamında Mimarlık yüksek lisans programını anlatır mısınız?
Avustralya'yı seçmemdeki en büyük etken okul fiyatıydı elbette. Çünkü herhangi bir burs olanağım yoktu. İkinci olarak ise bütün üniversitelerin eğitim ve öğretim kalitesinin bir standardının olmasıydı; Bizdeki YÖK gibi bir kurumları var. Öyle olunca buradaki danışman şirket en iyisinin UNSW olacağını önermişti. Çok kompleks bir okul, kampüs itibariyle. Öğrenciye her türlü imkânı sunuyor. Örneğin yoğun ders programınızdan sonra biraz yüzdükten ya da koştuktan ya da çimlerde dinlendikten sonra gelip çalışmalarınıza devam edebilirsiniz. Bunlar maalesef bizim burada göremediğimiz imkânlardı. Artı olarak bilgisayar bölümünde okumama rağmen pc almama gerek kalmadı, okulun çok sağlam bir bilgisayar laboratuarı, internet ve çıktı almamıza olanak sağlayan plotter sistemi vardı. Kartla giriş yapılıyordu buraya ve isterseniz sabaha kadar çalışabiliyordunuz... YTÜ de böyle bir sistem olmadığı için bana inanılmaz modern gelmişti ilk gittiğimde.
Bölüm olarak Bilgisayar Ortamında Mimarlık yüksek lisansını seçmiştim. Çünkü bilgi teknolojileri çağındayız, -her ne kadar benim mimari projelendirme işine başlamam rapido tabanlı olsa da üzerimde bilgisayarın desteği kaçınılmazdı-. Cengiz Abinin bürosu da ilk pc kullanan bürolardandır. Ondan duyduğum, pc sayesinde tasarımların daha kolaylaştığıdır. Bu sebeple bu bölüme yöneldim. Bölümde 3dmax gibi direk program öğretmenin yanı sıra, mimarlıkla bilgisayarın kesişim kümesinin irdelenmesi esastı. Yani, yapay zeka, sanal gerçeklik gibi konu başlıkları vardı irdelenen. Bunların sonucunda bilgisayara tasarım yaptırılması gibi... Öyle ki konuları işlerken bilgisayar mühendisliği bölümünde sanal gerçeklik laboratuarını inceleyebiliyordunuz. Bunlar tabii, ana sorunsalın temelini atıyor ve düşündürüyor insana nasıl tasarlıyoruz, diye. İşte mimar, insanı; kendini iyi bilmeli ki bu tür kesişim kümelerini tayin etmede ve tasarımda zorlanmasın. Nasreddin Hoca'nın dediği gibi "ben yaptım oldu" demek değil bu sorunun cevabı. Bunun için yine Hüseyin Kaptan hocamızın atölye 70 bürosunda çalışırken söylediği bir söz aklıma geliyor; " İnsanın aşıkken çizdiği projeler, daha güzel oluyor". İşte bu bence bir ipucudur. Demek ki tasarımı tabii ki bir bilgisayara da yaptırabilirsiniz ama esas olan kalple -etten olan organla değil- yani gönülle yapılandır. Bunu da merhum Turgut Cansever Hoca kitaplarında çok güzel açıklıyor...
Orada kalma gibi bir imkânınız var mıydı? Neden döndünüz?
Her ne kadar babam, dönme, dese de ben orada sürekli ikinci sınıf vatandaş olacağımı hissettim ve bilakis yaşadım. Onun haricinde Türkiye'de iken okuduğum hiç bir okula bu kadar para ödememiştim. Liseyi parasız yatılı okumuştum, üniversiteye de keza sadece yıllık cüzi bir harç ödemiştim. Üzerimde beni bu şekilde okumamı sağlayanların hakkı olduğu düşüncesiyle de geri döndüm.
Bir de orada mimarlık yapabilmek için mezun olduğunuz okulun RIBA'ya (Royal Institute of British Architects) üye olması gerekiyor. RIBA da Türkiye'den sadece Boğaziçi Üniversitesini ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi'ni kabul ediyor. Ama orada da saçma bir şey var: Beni lisansımı Yıldız Teknik Üniversitesi'nde tamamlamış bir mimar olarak yüksek lisans programına kabul ediyor, fakat orada mimarlık yapmama izin vermiyor! Paranızı alıyor ama para kazandırmıyor! Ve askerlik hizmetimin de zamanı gelmişti tabii. Her şey zamanında gerek, derler ya bu da öyleydi işte...