Kendi okulunda ders vermek farklı bir duygu olsa gerek...
Evet, bir yandan çok iyi bir şey, çünkü ortamı biliyorsun. Bir yandan da Kültür Üniversitesi dışındaki hocaları hiç tanımadım. Mesela Aykut Köksal'ı çok merak ediyorum, keşke ondan ders alabilseydim. Mesleğe daha çok pratik üzerinden mesai harcadım. İşin psikolojik kısmını daha çok deneyim üzerinden öğrendim. Hepimizin bir araya gelip bir şeyler söyleyebilmesi, genç mimarların da direnebilmesi için çok daha farklı tarihsel veriler üzerinden bir şeyler söylememiz gerekiyor. Bunu illa kentsel bir mesele üzerinden değil, iç mimarlık aracılığıyla da yapabilirsin. Mesela bugün kapitali elinde bulunduranların iç mimarlık anlayışını, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın iç mimarisini konuşabiliriz. Bizim mimarlık anlayışımız o noktada mı? Oradaki malzeme dili ne anlatıyor? Merkel ziyarete geldiğinde bunlar çok tartışıldı; Merkel'in kendi ofisi, Japonya'daki devlet yetkililerinin ofisi ve bizim saraydaki ofis... Bu aslında o kadar çok şey anlatıyor ki. Bir araya gelip bütün bunları konuşabiliyor, tartışabiliyor olsak bence işler hepimiz için çok daha iyi bir noktaya gider. İşverenleri kendi kendimize küçük bloklar şeklinde eleştirmek yerine, bugün Ağaoğlu'nun mimarlık okulu açıyor olmasına karşın, "ülkemizde yeterince mimarlık okulu var, faydalı olmak isteniyorsa yapı meslek liselerinin atölyelerini iyileştirmek, öğrencilerin mesleki deneyimlerini artırmak, şantiyelerde çok daha iyi gözlem yapabilecekleri bir ortama kavuşturmak, malzeme laboratuarları oluşturmak gerek" diyebilmeliyiz.
Şu anda daha çok okulda öğrencilerimle bir de yakın çevremdeki mimarlarla temas edebiliyorum. Mesela Kolektif Mimarlar Lüleburgaz Otobüs Terminali Yarışması'nda birinci oldu. O dönem Kültür Üniversitesi İç Mimarlık atölye jürisinde beraberdik. Neden bir daha yarışma yapmadığımı sordular. Ben Bünyamin Derman'dayken iki yarışma yaptık. Biri Köln Operası, biri de Khandama Kentsel Tasarım Yarışması. İkisinde de mansiyon aldık. Tabi ki müellifi ben değilim ama ikisinde de bilfiil proje yöneticisiydim. Hatta Köln projesini ASP ile birlikte yaptık. Fuksas gibi ünlü isimlerin katıldığı bir yarışmaydı. O sürecin içinde bulunmuş olmak benim için çok önemliydi. Yarışma meselesine çok saygı duyuyorum. Kendi jenerasyonumdan ödül alan genç mimarlar adına inanılmaz mutlu oluyorum. Ama bir taraftan da projelerin tek tipleştiğini düşünmüyor değilim. Yarışma projelerinin ülkemizde çok kavramsal dayanaklar üzerinden ilerlediğini düşünmüyorum. Mesela Teğet Mimarlık'ın "Çanakkale Karasal Sayısal Yayın Kulesi Proje Yarışması"na sunduğu projenin fikri çok iyiydi. Projelere yaklaşımlarını çok beğeniyorum.
Son olarak ne eklemek istersin?
Genç mimarların arasında kolektif bir ağ olmasını ve bir havuz yaratılmasını çok isterdim. Mesela biri dese ki, "bende şu an şu iş var ya da şu işi sen daha iyi yaparsın".
Beş yıl sonra çok iyi seçilmiş, nitelikli bir ekip olur muyuz? Bunu istiyorum galiba. Ama patron, çalışan, proje yöneticisi, teknik ressam gibi değil. Hakikaten bu işi çok iyi yapan insanların bir araya geldiği, her şeyin ortak olduğu, demokratik bir ofis hayal ediyorum. Bu ofis öyle bir yer olsun ki, bu kapı hep açık kalsın, isteyen gelsin ve "projemin şurasına ne yapabilirim" diye sorsun. Tabi insanların bundan haberdar olmaları ve bu amaçla bir araya gelmeye ikna olmaları çok önemli. Çok fazla ofis var, insanlar birbirini tanımıyor. Bence herkesin kapısı birbirine açık olmalı.