Ve AutoCAD isimli programla tanışıyorsunuz... Nesi çekti sizi? Kalemle çizmeyip de onu bilgisayarla 2 boyutlu ifade edecek olmanın bir tarafı heyecan verici gelmiş olsa gerek…
GK: Geniş formatlı yazıcının (plotter) çalışması çok enteresandı. Bir şey çizdikten sonra onu yazıcıya gönderdiğiniz zaman, kalemleri karuselden alıyor ve çizmeye başlıyor. Bir daireyi yazıcıya çizdirip başında beklediğimizi hatırlıyorum. Daire çizecek ya, önce böyle kağıdı alır, sonra geriye verir, daireyi çizer ve orayı kapatır. Kağıt oynuyor, kalem oynuyor, böyle şak şak bir şeyler oluyor filan… Zannediyorum bu bize çekici geldi. Bir de ekranda bir şey çizip sonra düzeltsek bile, yazıcıya gönderdiğimizde onu hatasız ve tek seferde çıkarıyordu.
SK: Projenizi bu şekilde teslim edebiliyor muydunuz o tarihte?
GK: Hayır edemiyorduk, yasaktı. Sonra benimle başka bir öğrenci için, 1991 senesinin yaz döneminde ilk defa izin çıktı. Nigan hanım, "Bu çocuklar yıllardan beri bilgisayar ile çiziyorlar, elle çizemezler" diye rica edince Rektörlük izin verdi ve biz, Teknik Üniversite tarihinde ilk defa bilgisayar çıktısı teslim ederek okulu bitirdik. Osman bizden yarım dönem sonra mezun oldu. İzin kalkınca onun projesini önce bilgisayarda bastık, üzerine aydıngeri koyup elimizle çizdik, öyle mezun oldu.
SK: O da büyük eziyet…
GK: Bizi bilgisayarla çizmeye yönlendiren şey de elle çizmenin eziyetinden kurtulmaktı. En çok o çekici geldi ilk başta...
OE: Sadece elle çizip çizmeme mevzusu değil de eğlenceli bir şeydi. Kendi odamız, kulübümüz vardı...
GK: Ve ayrıcalıklı bir konuma sahiptik; bilgisayarla çizim yapıyorduk.
OE: Orada çizim yaparken aynı zamanda eğleniyorduk da… Gece Taşkışla'da kalıyorduk, değişik, eğlenceli geçiyordu.
GK: Taşkışla'nın iç avlusunun çatıları vardır. Bu odalar yarım kottur, yani masanın üzerine basıp, pencereden çatıya çıkarsınız… Genciz, yaz gecesi elimizde kahvelerle o çatıya çıkardık.
OE: Bilgisayarlar da çok yavaştı, bir komut veriyorsunuz sonra on dakika kahve içmeye gidiyorsunuz... (gülüyorlar)
GK: Bir tane cezve vardı, hiç unutmuyorum, onda hem kahve suyu ısıtıyor, hem sosis haşlıyor, hem yumurta kaynatıyorduk. Gençken bunlara aldırmamak iyi bir şey, yetişkinken bunu yapamazsınız. Şimdi sosis haşlanan cezveden kahve içmem ama o zaman umurumuzda değildi işte. Osman'ın dediği gibi çocukluk, gençlik, birkaç kafa dengi arkadaş, o muhabbet, ortam bizi bir arada tutuyordu. Öğreten kimse yok, elimizde bir kitap var… Birbirimize bulduğumuz şeyleri göstermek çok zevkliydi. "Bak gel, ne yaptırmayı başardım, şunu keşfettim" falan… Bir de bir süre sonra okulda parmakla gösterilir hale geldik. Onlar bizi motive etti bu olaya.
OE: Hocalara ders veriyorduk. Dersten çıkıp bizim dersimize giriyorlardı, biz de onlara AutoCAD öğretiyorduk.
GK: Sonra dersleri biz anlatmaya başladık, mesela yüksek lisansa başladığımız zaman, tabi bu arada 2-3 sene geçti, bilgisayarla tasarım, "Computer Aided Design" dedikleri hikaye yavaş yavaş işin içine girmeye başladı. Danışmanlarımız, notlarımız yükselsin diye bize o dersleri seçtirirlerdi. Dersi anlattığımı hatırlıyorum.
SK: Bütün bunlar üst üste birikince sizi daha da şevklendirmiş olmalı...
GK: Geldiğimiz noktadan memnun olduk tabi. Okulda "bir bilen" olarak kabul edilmeye başlandık. Herkes bir şeyler soruyordu. Şunu alacağız, ne alalım? Şunu yapacağız, nasıl yapalım? Sarf ettiğimiz emek havada da kalabilirdi ama öyle olmadı. Dünya o yöne gidince biz de bir ivme yakalamış olduk.