Tasarımlarınızda sokaktan ilham alıyor musunuz?
Kesinlikle ve tam anlamıyla tüm ilhamımı sokaktan alıyorum. Çünkü sokak tasarımı ve sokak ruhu koleksiyonumun en temel noktalarından birini oluşturuyor. Zaten evim, ofisim, mağazam bu yüzden Nişantaşı'nda değil, Beyoğlu'nda. Hep Galata'da, Galata'daki ufak bir sokağın içerisinde, Beyoğlu dokusunun ortasında bulunmayı tercih ediyorum. Sokak tasarımı ve sanatının dokuya dayalı olduğunu düşünüyorum; daha avangart buluyorum. Benim tasarımlarım avangart tasarımlar ve ben de sokak ruhu ile yaşıyorum diyebilirim.
İstanbul'daki kentsel mekanlar da sizin için ilham kaynağı olabiliyor mu?
Yeni kentsel yaşantı ve yeni kentsel mekanlar bana ilham sağlamıyor. Ama eski kentsel mekanlar öyle. Eski kent yaşamını izlemlediğimiz Tünel, Galata ve oradaki eski yapıları inceliyorum. Tamamıyla o bölgenin içinde var olmayı seviyorum. Yeni kentsel yaşam benim için çok farklı; bana göre modern ve popüler olanı yansıtıyor. Moda tasarımında etkili olduğunu düşünüyorum ama benim kalbim eski olanda atıyor.
Peki yurtdışında gezdiğiniz, gördüğünüz kentleri İstanbul ile karşılaştırıldığınızda ne gibi farklılıklar gözlemliyorsunuz?
Ben bir çok şehirde bulundum; özellikle de Avrupa'da. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki İstanbul, kentsel anlamda gerçekten en dolu şehirlerden biri. Evet, belki bunu dejenere etmiş durumdayız. Londra, bunun çok daha fazla değerini bilmiş ve koruyabilmiş kentsel merkezlerden biri. Ne var ki Londra'da yaşayan arkadaşlarım Türkiye'ye geldiklerinde şunu söyleyebiliyorlar: "İstanbul hayatımızda gördüğümüz en derin ve inanılmaz şehirlerden biri."
Ancak Londra dünya çapında bir moda kenti. İstanbul'un ise henüz böyle bir iddiası dahi yok. Bunu neye bağlıyorsunuz ve ne gibi gelişmeler öngörüyorsunuz?
Elbette çok geç kalınmış bir konu olduğunu düşünüyorum. Ben, aynı zamanda Moda Tasarımcıları Derneği (MTD) Yönetim Kurulu üyesiyim ve biz dernek olarak üç senedir bunun üzerine çalışıyoruz. Türkiye, dünya üzerindeki en büyük hacimli tekstil ve deri ihracatını yapan ülkelerden biri. Ama fason olarak! Biz "fasoncu ülke" olarak tanınıyoruz ve tasarım yok! Ama bunun bilinci bile Türkiye'de daha yeni yeni oluşuyor. Bir çok firma bünyesine ancak henüz tasarımcı alıyor; tasarımın farkına varılıyor. Üzerinde iki senedir çalıştığımız moda günleri ile İstanbul'un Avrupa kentleri arasında bir moda kenti olarak var olma şansını yakaladığını düşünüyorum. Geçtiğimiz üç günde standımı ziyaret eden yurtdışından ziyaretçilerimizden, Avrupa basınından ve ünlü tasarımcıların danışmanlarından duyduğum tek bir şey vardı: "Bizi şaşırttınız." Bu çok önemli idi bence… Buraya pek çok önyargı ile geldiler ve biz bunu en azından kırmayı başardık. Daha çok başındayız, daha çok ufağız. Fransa'da, İtalya'da yirmi yıldır yapılan moda haftalarını biz ilk kez gerçekleştiriyoruz. Alacak çok yolumuz var ama doğru yoldayız ve umutluyuz.
Peki İstanbul Moda Günleri'ni Taşkışla'da düzenlemek istemenizin sebebi neydi acaba? Yapının konumunu veya kullanımını ne açıdan önemli buldunuz?
Biz aslında geçen sene Fashion Lab'i, yani yalnızca tasarımcıların katıldığı moda haftasını Tophane'de gerçekleştirdik. Fashion Days için Taşkışla önerisi ise CPM'den, yani organizasyonu yapan prodüksiyon firmasından geldi. Bizim önemsediğimiz ise yurtdışından gelen ziyaretçilere, İstanbul'un dokusunu yansıtacak bir mekan seçebilmekti. CNR ya da TÜYAP gibi bir fuar merkezinde değil, İstanbul'un merkezinde, İstanbul'un dokusunu anlatan bir yapı içinde yer almak istedik. Taşkışla da bu iş için cuk diye oturan bir yer oldu. Avlusu, koridorları ile çok uygundu. Şubat'ta da belki burada, belki yine başka bir yerde olacağız.
Dolayısıyla kentsel yaşam ile modayı bir araya getirmek istediğiniz söylenebilir mi?
Aynen öyle. Kentsel yaşamı, İstanbul dokusunu ve Türkiye'nin Avrupa'nın açlık duyduğu kültürel dokusunu buluşturan bir noktaydı. Taşkışla bizim için biçilmez kaftandı.