"Kendimi yapı matematiğine adadım"

12 Haziran 2015

Ofisin hikayesine geçmeden önce mimarlığı, özellikle de yapı fiziği alanını nasıl seçtiğinizden bahsedebilir miyiz?

Mimarlık mesleğini bilinçli seçtim. Üniversite sınavlarına girdiğimiz dönemde herkes puanına göre seçim yapıyordu. Mimarlığın puanı makine ve inşaat mühendisliğine göre daha düşükken mimarlık tercihlerini daha üst sıralara yazdım. Bütün ailem hukukçu, ben de bu mesleği çok seviyordum ama hukuk eğitiminin hakkını verebileceğimi düşünmüyordum. Düşünce sistemim daha matematiksel bir yöndeydi, bu matematiksel yönün içinde de bir sistematik vardı. Aslında dünyada her şey matematik değil mi? Belki hukukun da temelinde matematik var ama ben kendimi yapı matematiğine adadım.

Ama inşaat mühendisliği yerine mimarlığı seçtiniz...

Evet, onun içinde de ince bir çizgi var. 17-18 yaşındayken vaktini basketbolla geçiren birisiydim. Yıldız takımda oynarken, genç takımda inşaat fakültesine gidenlerle mimarlık fakültesine gidenler arasındaki algı ve yaklaşım farklarını gördüm. Bizim bünyemizde de mühendisler var, bazen onlarla "mühendislik yapma" diye takılırım. Bu yanlış bir şey değildir ama hayatın gerçekleri yerine, mühendisliğin gerçeklerini ön planda tutarak giderler. Mimarlık çok öyle bir şey değil. Dolayısıyla mimarlıkla inşaat arasında gidip gelip mimarlık mesleğini bilerek seçme sebebim budur.

İstanbul Teknik Üniversitesi'nde okuduğum yıllarda 500 öğrenciye 100'den fazla öğretim görevlisi düşüyordu. Dünyada böyle başka bir mimarlık fakültesi var mıydı o zamanlar? Abdi İpekçi Yurdu'nda daha birinci sınıf öğrencisiyken bir tane çizgi çizdiğimde aynı etüdü paylaştığımız seksenden fazla mimarlık fakültesi öğrencisinden birçoğu gelip yorum yapıyordu. O etüt de benim için ikinci okul oldu diyebilirim. Neyi doğru yaptığımı,  neyi kolay yaptığımı, neyi hiç yapamadığımı gördüm. Mimarlık tarihi ve restorasyon çok önemli konular olmasına rağmen benim en uzak kaldığım konular olabilir. İlgi alanım daha çok mimarlığın sistem mühendisliği üzerine gitti. Bunun da o zaman adı yoktu. Prof. Dr. Sina Berköz, proje yönetimi derslerimize girerdi. O dönemde proje yönetiminin aslında mesleğimizin tamamını kapsadığını düşünmeye başladım. Yani bu işi yapmaya başladığınız günden onu bırakana kadarki 30-40 seneyi kapsayan bir süreç. Fark ettiğim şeylerden birisi de yapı fiziğinin bu işin olmazsa olmazı olduğuydu. Ne kadar farklı ve özel bir tasarım ortaya çıksa da, ne kadar hür düşünceyle tasarım yapılsa da, sonunda onun yaşaması, kullanıcıyı mutlu etmesi, tüm bunlar birleştiği zaman onu bir eser haline getiriyor. Çok güzel, çok müthiş bir eser yapabilirsiniz. Eğer o eser birilerine hizmet etmiyor, bir şey katmıyorsa ya da bunu birtakım yan etkilerle yapıyorsa hedefine ulaşamamıştır. Barselona Katedrali, 14. yüzyılın en görkemli gotik yapılarından birisidir, her köşesinde müthiş detaylar saklıdır. O gün o yapıyı düşünenler, daha bu başlıklar konuşulmazken yapı fiziğiyle ilgili bir sürü şeye dikkat etmişler. Bu, o zamanki katedral ustalarının, orta çağa, hatta aydınlanma çağına kadarki işi üstlenen, serbest dolaşım hakkı olan taş ustalarının belli noktalara getirdiği müthiş bir yapı.

Tabii hepimizin ayrı bir profili var. Herhangi bir Alman eğitimi almamama rağmen, daha sistematik, sürecin tamamını gören ve her şeyin ispatlanarak sürece eklenmesini gözeten bir formasyona girdim. Okuldan mezun olduğumda "Şimdi mesleki anlamda algıladığımız ve fark ettiğimiz şeyleri keşke birisi bize 1. sınıfın ilk dönemi bittiğinde anlatsaydı" demiştim. Yaşayarak anlamak güzel; ancak birisi bunu anlatsa ve biz onu sonra yaşasak belki her şey daha kolay yerine oturabilir. Benim şöyle bir tezim var: Herkes bir sene mühendislik okuduktan sonra sınava girip lisans eğitimini alacak, sonra yetenek ve ilgisine göre mimar, inşaat mühendisi, öğretmen, ya da doktor olacak, sonra üstüne bir sene de işletme eğitimi alarak diploma sahibi olacak. Üniversitelerdeki eğitim düzeninin böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Mimarlık fakültesinden 180 kişi mezun olduk, şu anda benim bildiğim 20'den az arkadaşım mimarlık yapıyor. Bu kabul edilemeyecek bir oran.

Yapı fiziği ile ilgilenmem, yapı fiziğine özel bir ilgi duymamdan çok, bu sürecin içinde projede bazı aşamaları geçerken; hiçbir detayın eksik kalmaması duygusuyla beraber oluştu. Öğrenciler tashih almak için eskiz götürürler. Ben hiçbir zaman salt leke çalışması (vaziyet planı ölçeğinde) olarak eskiz götürmedim. Arazi kesitini, yol kesitini çizdim, güneş, rüzgar yönleri gibi diğer belirleyici konuları da ekledim. Projelere yaklaşımım böyle olduğu için... Tabii bu mesleğe ilk girdiğimiz zamanlarda çok kabul gören, iyi ki böyle yapıyorsun denilen bir şey değildi. Bunun değerini anlattığınızda kabul ediyorlardı ama siz o işi yapmaya aday olan kişi olana kadar bu bir artı durum değildi. Doğrusu ekstra bir gelir sebebi de değildi. Sadece kendiniz doğru proje yaptığınızı düşünüyordunuz.


Mimarlık, Yapı Fiziği ve Ötesi...
Aile Arası Sohbet...
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :