Yaşanmışlığın mekanlar üzerinden yansıtıldığı filmde görünen mekanlar, görünmeyen yüzlerini de gösteriyor... Mekanları bir karakter olarak kullandığını söyleyen Alper, filmde evlerin çok büyük önem taşıdığını ifade ederek, Hemşin evlerini şöyle anlatıyor:
"Kestane ağacından yapılmış Hemşin evleri, Doğu Karadeniz mimarisindeki en önemli ögelerden biridir. Osmanlı döneminde Hemşinliler sınırın diğer tarafıyla daha içli dışlı imişler, çalışmak için İstanbul'a değil de St Petersburg'a, Moskova'ya, Batum'a giderlermiş örneğin. Kazandıkları paralarla da bu büyük konakları yapmışlar. Zamanında kalabalık aileleri barındıran bu evlerin durumu şimdi çok kötü. Yaralı insan gibiler, evlerin bir tarafları çökmüş. Aslında Hemşin evleri yok olan kültürden ve coğrafyadan da derin izler taşıyor."
Alper, Hemşin evlerinin, kültürün ve doğa-insan ilişkisinin somutlaştığı en önemli unsurlardan biri olduğunu ifade ederek şunları söylüyor:
"Hemşin evlerinde doğa-insan ilişkisinden doğan geleneksel bilgiye çok sık rastlıyoruz. Örneğin çığ ve heyelan tehdidi altındaki yamaçlara evler nasıl yapılırmış? Evlerini yapmadan önce insanlar tepelere çıkıp aşağıya doğru taş yuvarlarlarmış. Taşın gitmediği yerleri de korunaklı sayıp, evlerini oralara yaparlarmış. Evlerini de kışın sıcak, yazın serin tutan; nemi emen ve yağmura dayanıklı olan kestane ağacından yaparlarmış."
Filmin çekildiği evi gördüğünde çok etkilendiğini anlatan Alper, alıştığımızın aksine öyküsünü mekanların içinden çıkarmış; mekan öyküyü doğurmuş. Alper başlangıcı şöyle anlatıyor:
"Filmi çektiğimiz ev arkadaşımın ailesine aitti. Evde yaşam yoktu. Sadece her yaz iki hafta geliyorlardı eve. Zamanında o evde yedi aile yaşıyormuş. Şimdi ise yalnız kalmış. Evi ilk gördüğümde, o evin içinde bir kadın düşündüm. O kadının bu evdeki yaşantısını da kendi hikayemle birleştirdim."