NK: Elips Tasarım neler yapar?
FK: Elips Tasarım’ın sınırı çok dar değil. İlk projemiz Bahçeşehir’de karma bir bina projesiydi ve mimari projesini yaptık. Bir dönem yoğun olarak mağaza tasarım ve uygulamaları yaptık. Aslında tasarımlarımızı belirleyen biraz da süreç oluyor. Bir konuyu çok çalışıyorsunuz, çok iyi oluyorsunuz ve o konudaki talepler artıyor. Konut her zaman yaptığımız bir konu. Bir dönem de çok yoğun ofis projeleri yaptık.
Ben ticari konuları biraz daha çok seviyorum. Tasarım olarak konutu da çok seviyorum ama ticari kısmını düşününce biraz zor bir konu. Sonsuzdur, kişiseldir ama bir taraftan da keyiflidir. Ofis, restaurant, otel ve mağaza vb. ticari projelerde sınırlar daha bellidir, çok nettir ve belirlenen tarihte bitmek zorundadır.
Mobilya tasarımları da yapıyoruz. Bazen sandalye yapmak bina yapmaktan daha zordur. Bir binaya harcadığınız emek kadar ona zaman harcamak zorunda hissediyorsunuz kendinizi. 25 yıldır bu işi yapıyorum; “Neufert” yanımda, hala sorguluyorum. İngilizce biliyorum ama hala o kelimeyi doğru yazıyor muyum diye bakıyorum. Belki bizim nesilden kaynaklı bir şey, X jenerasyonu ile ilgili. Öğrencilere de bunu anlatıyorum. Tefriş getirdiniz bir yerden, “sorgulayın”; ya onu yanlış koydularsa kütüphaneye. Her zaman elinizde cetvel, metre olmalı. Her zaman sorgulamayı öğrenmek zorundalar onu öğretmeye çalışıyorum.
Mesela geçen sene ödül aldığımız No:1903 projesi tamamen karma kullanım. Fonksiyonları eski Başkan Fikret Orman ile beraber belirledik. Binanın sadece kabuğu vardı ama peyzajı yoktu. Sosyal tesis yapacağız, hiç yapılmamış bir şeyi yapmaya karar verdik. Beşiktaş camiasına hizmet edecek ama sadece onunla sınırlı kalmayacaktı, herkese hizmete verecekti. Farklı segmentte restoranlar olacaktı. Bir insanın ailesiyle 7/24 vakit geçirebileceği bir fonksiyon. Biz mimarların yaptığı şey aslında yaşam kurgulamak. Mekan o kurgudan yola çıkıp oluşturduğumuz bir şey.
Ofis, konut, restaurant, otel, okul ve mağaza karma kullanım en çok çalıştığımız proje konuları. Ama bir mimar her şeyi yapabilmeli. İhtiyaçları iyi belirleyip müşteri ile kontakt kurduğunuzda her fonksiyon tasarlanabilir. Bilgiye çok kolay ulaşıyoruz; dünyadaki her şeyden, tüm etkinliklerden haberdar oluyoruz. İlk ofisi açtığımız yıllara baktığımızda avantajları var ama aynı zamanda dezavantajları da var.
Pinterest var mesela, mimarları olumsuz yönde de etkiliyor. Müşteri elinde pinterest örnekleri ile geliyor, ona anlatmaya çalışıyoruz. Mimarın en büyük başarısı ikna kabiliyeti. Zaten ikna kabiliyeti çok iyi olan mimarlar diğerlerinden daha başarılı. Bu biraz da karakterle ilgili bir şey. Kendimizi sınırlamıyoruz, bugün bunu yapıyoruz yarın başka şey gelir onu da araştırıp çalışıp yaparız.
NK: Ofiste iş bölümü nasıl? Kaç kişilik bir ekipsiniz, projelerde ekipler halinde mi çalışıyor?
FK: Şu anda küçülmüş durumdayız, daha önceden 20 kişiydik. 20 kişinin hepsi de full-time olarak çalışıyordu. Stajyerlerimiz zaten hep oluyor. Kışın hem liselerden hem üniversitelerden “hafta içi 1-2 gün part time geleyim hocam” diyen çok oluyor. Şu anda 12 kişiyiz. Part-time çalışanlar da var. Sürekli olarak çalışan 4 kişi, hepsi mimar. Dönem dönem de değişiyor. Bizde hem ve iç mimar, hem de endüstriyel tasarımcı çalışır.
Bir endüstriyel tasarımcımız vardı, mobilyaları tasarlarken hep münferit düşünüyordu. Ona mekan algısını burada edindirdik, bir mobilyanın içinde bulunacağı mekanla ilişkili olarak tasarlanması gerektiğini öğrendi. Elemanlarımla her zaman beraber çalışıyoruz. Aslında odam var ama çok kalabalık değilse orada oturmuyorum.
Bizde iş bölümü de çok net değil, herkes her işi yapıyor. Herkesin malzemeyi biliyor olması gerek. Hatta ben firmalarla da konuşmam, onlar konuşur. Ben onların yanında danışman gibiyim. Çoğu işi ekibe yaptırmaya çalışıyorum. Sözlü öğretemezsiniz bazı şeyleri, ancak bu şekilde öğrenebilirler.
Tasarım sonrasında teklif alma, sonra müşteriyi ikna etme, müşteriyi ikna ettikten sonra uygulama projelerinin hazırlanması, sonra da bunları taşeronlara anlatıp uygulamaya geçmek. Sonrasında da iş programları yapmak, bunları takip etmek, kontrol etmek ve sonra müşteriye teslim etmek çok uzun ve detayı olan bir süreç tabii.
Bazen sadece proje ve danışmanlık yaptığımız da oluyor. Projesini yapıyoruz, başka bir grup uygulamasını yapıyor ama biz danışmanlığını yapıyoruz. Zaman zaman toplantılara katılıyoruz, şantiyeye gidiyoruz ama kontrol bizde değil, paraya hiçbir şekilde karışmıyoruz. Bu tabii çok daha basit bir süreç.
UD: Uygulamada sabit taşeronlarla mı çalışıyorsunuz, sürekli değişiyor mu?
FK: Genelde sabit ekiplerimiz var. Mümkün olduğunca aynı taşeronlarla çalışıyoruz, özellikle elektrik ve mekanik gibi teknik kısımlarda. Ama o dönem onların çok yoğun işi varsa bizim zaten hep bir B planımız oluyor. Bazen başka şehirlerde iş yaptığımızda, başkalarından destek aldığımız oluyor. Ama ana taşeronlarımızı mümkün olduğunca sabit tutmaya çalışıyoruz.
NK: Uygulama aşamasında, iletişim süreci, birbirini anlama çok önemli, hayatı kolaylaştıran bir şey. Oluşturulmuş, birlikte uzun süreler çalışmış ekipler süreci çok kısaltıyor.
FK: Tabii, kısaltıyor. Öbür türlü zaten yeni bir ekip ile başladığınızda birbirinizi tanımak ayrı bir zaman alıyor. Onda biraz zaman kaybettiğimiz oluyor ama bazen de şans. Mesela Ankara’da şimdi bir iş yapıyoruz, Ankaralı ekiplerle çalışıyoruz. Daha önce de çok şehir dışı işler yaptık, buradan kendi ekiplerimiz gitti ama onlar daha uzun süreli şantiyelerdi. Şimdi 40 günlük bir projede daha hızlı hareket edilmesi lazım, maliyeti de azaltmak için yerel ekipleri kullanmak zorunda kalıyoruz. Ama başındaki arkadaşımız mutlaka bizden biri oluyor. Bizden biri olmadan zaten sadece taşeronları organize ederek iş yapmamız mümkün değil. Projelerimizde de olduğu gibi uygulamada da çok titizleniyoruz.