SK: Piyasaya taze mezun mimarlar olarak çıkmanıza rağmen, bilgisayar ile 2 boyutlu ortamda çizim yetinizin birden bire size, hayal edemeyeceğiniz kadar fazla iş kapısı açtığından bahsettiniz az önce…
OE: Birilerinin projelerini çizerken deneyim kazandırdı. Ben Atölye T'de, Tuncer Çavdar'ın yanında çalışmaya başladım. Dominik Cumhuriyet'indeki Club Med'lerin projelerini yapıyorduk. O yaşta öyle bir deneyim kazanmak kolay değil. Şimdi daha fazla yabancı proje yapılıyor, piyasa daha fazla gelişti. Türkiye'de de dünya çapında projeler yapılıyor ama o dönemde bu gibi projeler sayılıydı.
GK: Bir de o yaştaki yeni mezun bir mimarı o projenin başına oturtmazlardı.
OE: Bilgisayarda çizebildiğiniz için o proje size anlatılıyor. Çok acayip bir mimari deneyim kazanıyorsunuz.
SK: Yani elinize hazır bir çizim verip, "hadi şimdi bunu bilgisayara geçir" hikayesi değil. İster istemez siz de o projenin içine giriyorsunuz…
GK: Benimle aynı dönemde mezun olmuş ama bilgisayardan pek anlamayan arkadaşlarım pafta kazırdı. Çünkü eskiden mimarlık bürosunda verilen ilk iş pafta, yani aydınger kazımaktı. Yanlış yapılmış paftaları kazır, sonra onları talk pudrasıyla eski haline getirirsiniz. Onlar o işi yaparken ben bilgisayarın başında oturuyordum ve büronun şefi gelip bana; "Buradan fuga döneceğiz, tuğlayı buradan getirip şöyle bağlayacağız, sıvayı bunun üzerinden döndüreceğiz" diye detayları anlatıyor ve yanımda birebir çiziyordu. Bu da bir ders aslında…
SK: Ama sizin yaptığınız da bir pekiştirme, çünkü sadece bakıp sonra unutmuyorsunuz…
GK: Evet, izlerken de pekiştirme oluyor. En büyük şansım, henüz 21 yaşındayken İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) şantiyesinin tasarım şefi olmamdı. Şimdi kendimi düşünüyorum da, 21 yaşındaki çocuk ne bilir? Ve bana 8 bin lira maaş verdiler. O zaman annem babam Marmaris'te yaşıyor. Ben, YTÜ'de Metalürji okuyan kardeşimle buradayım. Bir arabamız var, benzin deposu 100 liraya doluyor. Benim ise 8 bin lira maaşım var! Parayı nasıl yiyeceğimizi şaşırıyorduk, yani para bizi delirtti (gülüyor). 21 yaşında elde ettiğim prestije, güce bakın… Çünkü kimse bilgisayar ortamında çizim yapmayı bilmiyor. Çok tecrübeli mimarların gelip önümüzde el pençe divan durduğunu bilirim. "Çocuklar, bunu nasıl yapalım? Ne kadar zamanda biter" diye ağzımızın çıkacak laflara bakıyorlardı. Bu öyle herkese nasip olacak bir şey değil.
Çünkü nasıl yapılacağı konusunda hiçbir fikirleri yok…
GK: Geniş formatlı yazıcıyı fişe takıp çalıştırıyorduk, bütün şantiye başına toplanıyordu. Bir gün öğle tatiline çıktım. Oradaki mühendislerden biri gelmiş, mouse'u ekrana bıraktığınızda bir "+" çıkar, onu tıklatarak bütün ekranı doldurmuş. Bunu gidermek için tek bir komut var, "redraw" dersiniz ekran yenilenir. Fakat şantiyede bu yüzden kavga çıkmış, "projeyi bozdun" diye insanlar birbirlerine girmişler. Ben yemekten dönene kadar kan gövdeyi götürmüş. Ofise geri gelince, "Gülfem bak, ne yaptı bu Allah'ın cezası" dediler. Bense tek bir tuşa bastım ve ekran geri döndü. Yani insanlar konu hakkında bu kadar az bilgi sahibiydiler. Yazıcıya çizim gönderdiğimiz zaman bunu seyretmeye geliyorlardı.
Televizyonun evlere girdiği dönem gibi…
OE: Evet ve bilgisayar hayatımıza çok hızlı bir şekilde girdi.
Bir de çok farklı bir teknoloji, neredeyse bilimkurgu nesnesi gibi…
GK: Tabi, ilk başlarda öyleydi. Hatta 3 boyutlu çizim yapıp da döndürünce kıyametler kopuyordu. Ondan sonra çalıştığımız büroda en kıymetli eleman haline geldik. "İşi bırakıyoruz" demek felaket anlamına geliyordu, çünkü yerimize konulacak başka kişi yok. Ben, İMKB'de çalıştığım zaman işi bıraktım. Serbest çalışma düzenine geçmemdeki en büyük sebep de şuydu: Baktım, çok para kazanıyorum, çok rahatım, servis beni alıp bırakıyor, "buna alışacağım ve hiçbir zaman kendi adıma bir ticari girişimde bulunamayacağım" dedim.
Çok küçüksünüz, alışmanız çok daha kolay oluyor…
GK: Babama durumu anlattım, işi bırakmak istediğimi söyledim. "Böyle giderse bu rahata alışacağım, çünkü çok ciddi para kazanıyorum" dedim. Babam baktı ve, "Çok mantıklı, hemen bırak" dedi. Çırağan'daki büromuzu o şekilde açtık.