Peki, istediğiniz gibi yapabildiğiniz, uygulanmış bir projeniz var mı?
Volkan Taşkın: İlk yapımız Tunceli’deki yurt binası olacak.
Şu anda hangi aşamada?
VT: Kaba inşaatı tamamlanmak üzere. Bölgede inşaat mevsiminin kısa olması yüzünden süreç düşündüğümüzden biraz daha uzun sürüyor. Tahmin ediyoruz ki gelecek sene tamamlanmış olacak.
Özge Meriç: Kamil Abduş Gölü Projesi’nin de ilk aşaması başladı fakat o kadar büyük ölçekli bir proje ki (1.7 milyon metrekarelik bir alanı 6 fazla tamamlıyorlar) ne kadar zamanda biter, açıkçası işveren bile bilmiyor.
"Hayalimiz buranın gerçek anlamıyla bir ekoloji ve sürdürülebilir tasarım merkezi olması"
Web sitenizden okuduğum kadarıyla çok sık karşılaştığımız bir örnek değil...
VT: Kamil Abduş Gölü aslında ekolojik anlamda ölü bir göl. Tuzla tersanesinin yanında yer alıyor. Tıpkı Çekmece gölleri gibi dar bir kıstakla denizden ayrılan, altından düzenli tuzlu ve tatlı su ile devirdaim yaparak yaşatılan özel bir ekosistem. Etrafı sulak alanlarla çevrili olduğu için kendine özel fauna ve floraya sahip. Fakat su dengesinin yıllar içinde bozulması ve bölgedeki gemi sanayinin neden olduğu kirlilik, 70’li yıllarda göldeki yaşamı neredeyse tükenme noktasına getirmiş. Teknik Üniversite’den peyzaj hocalarımız daha önce Türkiye’de uygulanmayan bir sistemle; mekanik değil doğal azot ve karbon döngüsüne dayalı bir sistemle alanın ekolojik restorasyonunu öneriyorlar. Tabii bu çözümü bir kent parkı konsepti içine yerleştiriyorlar. Bu kadar büyük bir parkın yaşatılması için de bazı kapalı alanlara ihtiyaç duyuluyor. Biz de degostudio olarak bu alanların neler olması gerektiğini ve sonrasında nasıl mekanlara dönüşmesi gerektiğini çalıştık.
Bölgede Bizans manastır kalıntıları olduğu için buraya arkeolojik park da yaptık. Ayrıca bir enformasyon merkezi ve bölge halkının da kullanacağı bir ekolojik pazar ekledik. Ana girişe, STK ofislerinin ve ticari birimlerin yer aldığı bir meydan tasarladık. Bunun dışında, oradaki ekolojik sistemlerin testlerini yapan laboratuvar binaları ve bu sistemlerin nasıl çalıştığını gösteren müzeler var. Hayalimiz buranın, İstanbul için gerçek anlamıyla bir ekoloji ve sürdürülebilir tasarım merkezi olması.
Kamil Abduş Gölü projesi, kafeterya tasarımı
Kamil Abduş gölünde çoğu pavyon ölçeğinde olan bu yapıları çalışmak hem zor hem de keyifli bir süreçti. Aynı zamanda, çoğu zaman hazır projelerle çözülen WC, kiosk, büfe gibi mekanlara da özgün çözümler geliştirdik.
Bu yaklaşımlarımız kamu nezdinde de olumlu bir cevap buldu: Kamil Abduş projesi devam ederken kendimizi benzer büyüklükte fakat bu sefer kentin tam ortasında Sultangazi – Alibeyköy kent parkı projesinin içinde bulduk. Bu alanda tasarladığımız Tek Saflı Mescit projesi daha sonra Turgut Cansever Ulusal Mimarlık Ödülü’nü kazandı.
Sultangazi – Alibeyköy kent parkı
"İbadet yapılarıyla tekrar farklı bir şekilde yüzleşeceğimizi düşünüyorum"
O projenin de hikâyesini öğrenmek isteriz...
VT: Aslında bu başarılı olmayan bir yarışma projesiydi. O dönemde Nil (Aynalı) ve Batu (Kepekçioğlu), bir cami yarışması için tek saflı bir cami projesi yapmak istemişti. Ben de onlara dışardan danışman gibi yardımcı oluyor, projeye kritik veriyordum. Konsept çok güzeldi ama bir noktada ölçeği sorgulamaya başladık. Acaba 500-1000 kişilik tek saflı cami çok mu devasa olur diye düşündük. Sonra bizden mescit talep ettiklerinde, neden bu tek safı 10-12 kişi için düşünmüyoruz dedik. Bütün ritüelleri bir kenara bırakıp, namazın ibadet hareketleri ile saf denilen durumun en basit mekansal tezahürü ne olabilir, minimum mekansal ihtiyaçlar nedir, bunlara odaklandık. Sonuçta burası bir park ve yapı bağlamında hiçbir şey çok da yüksek sesle konuşmamalı. Temel odağın doğa olması lazım. Yapıların da o doğanın içinde kurduğu başka bir ilişki olmalı. Bu da ortaya daha kendi halinde, daha alçak gönüllü bir ibadet mekanı ortaya çıkarıyor. Kozmik düzlemdeki bir hareketin, bir ibadetin asgari müşterekte mekanlaşması: bir çatı olsun yağmur ve güneşten korusun, altlarında bir döşeme, duvarlarla da kapattık mı işte safın mekanlaşmış pür hali!
Tek saflı cami projesi
Neyse efendim, projeyi hazırladık ve teslim ettik. Ertesi yıl da proje Turgut Cansever Ulusal Mimarlık Ödülü’ne değer görüldü. Jüride Nevzat Sayın, Abdi Güzer, Yeşim Hatırlı gibi son derece değerli isimler vardı. Benim için yarışmadaki başarıdan çok, iyi bir jüriden ödül almak her zaman daha önemlidir. Diğer yandan Turgut Cansever bizim için özel bir isim; düşünce dünyası mimarlığımıza çok şey kattı. Onun adına bir ödül almak bizim için çok özel bir olaydı.
Ne yazık ki, projenin uygulama projesi aşamasına geldiğimizde işveren tarafında ciddi bir fikir değişikliği oldu ve namazın ritüel noktasında fikir ayrılığı yaşadık. Bu yüzden projeye bir saf daha eklemek zorunda kaldık. Başta tasarımcılar olarak direndik ama her zaman cemaat kültürünün getirdiği hiyerarşik bir durum oluyor ve bunu kırmak çok da kolay değil. Yine de yaptığımız şeyin önemli bir deneme olduğunu ve bir noktada ibadet yapılarıyla tekrar farklı bir şekilde yüzleşeceğimizi düşünüyorum.
Mescitte bile hiyerarşi oluyor mu?
VT: Evet. Hatta o noktada bizi biraz cemaat kültürünü bilmemekle itham ettiler. Aslında ben o ritüele çok da uzak bir mimar değilim fakat yine de genel kabülün dışında düşündüğünüzde din gibi konularda bazen çok ciddi dirençlerle karşılaşabiliyorsunuz. Organize dinler ritüellerini, ritüeller gelenekleri, gelenekler de mekânları tanımlıyor. Daha sonra da o geleneklerin devamı için o mekânlar baştan o şekilde tasarlanıyor. Zamanla ibadetin kendisinin üstüne bunlar yapışıp özü görmemiz zorlaşıyor. Organize dinler diyorum çünkü bu durum İslamiyet’e özgü değil, diğer kitlesel dinlerde de benzer bir durum söz konusu.