Sergide İstanbul'a, kabaca yirmi-otuz senelik dilimler ve bu zamansal dilimlere bağlı kategorizasyonlar üzerinden bakılıyor. "1910 – 1930" veya "1930 – 1950" gibi tarih aralıklarını belirlerken çıkış noktaları ne oldu? Bu yıllar, İstanbul açısından neden ve nasıl önemlidir?
Bu dönemler, aslında İlhan Tekeli'nin Anadolu kentlerinin historiyografyası üzerine yazdığı bir makaleden alıntı… İlhan Bey Anadolu kentlerinin tarihini yazarken böyle bir dönemlendirme yapılmasını öneriyor. Aslında onun önerisi ilk aralık için 1923'te –yani Cumhuriyet'in ilanı ile bitiyor. Ama burada küratörler küçük bir müdahale yaptılar ve 1923'ü 1930'a kadar uzatmayı yeğlediler. Öte yandan İlhan Bey, 1910 – 1930 arasındaki döneme "utangaç modernite" diyor. Yani modernitenin tüm kurum ve kuruluşları ile gelmediği, biraz "kulak memesi" kıvamında, yavaş yavaş geldiği bir dönem… Mesela kadınların eğitim girişimlerinin, kılık-kıyafet tercihlerinin yavaş, ama teknolojiye entegrasyonun ve yaygınlaşmasının daha hızlı olduğu... Yani "utangaç" derken yavaş yavaş, tedrici denmek isteniyor.
Siz bu ilgili döneme, "Payitahtın Günbatımı" diyorsunuz. Peki diğer dönemlerin tanımları nasıl ortaya çıkıyor? Özelliklerini nasıl formüle ediyorsunuz?
İlhan Tekeli, 1930 – 1950 arası olarak tanımladığı döneme "radikal modernite" diyor. Artık Ankara başkent olmuş ve orada bir güç var. Başkent doğal olarak büyüyor, diğer tüm şehirler ise küçülüyor. İstanbul da küçülmüş ve hatta büyüme hızı çok düşük! 1930'ların İstanbul'u, sergi maketinde görülen İstanbul… Boğazköyler boşalmış, banliyöler boşalmış, şehirde nüfus az. Çünkü daha çok yaşlılar yaşıyor ve gençlerin hepsi Ankara'ya gitmiş. Burada başkentlik işlevi yitirildiği için sefaretler de Ankara'ya taşınmış. Yani İstanbul, eskiden olduğu gibi önemli bir bürokratik merkez değil… Hükümet merkezi de Ankara'ya taşındığı için tüm bakanlıklar gitmiş, bir tek müdürlükler kalmış. O zaman da şehrin gelirleri azalmış.
Ama siz tam olarak da bu döneme "Cumhuriyet Hamlesi" diyorsunuz.
Çünkü durağan kentlerde de önemli işler olabilir! O dönemi "Cumhuriyet hamlesi" haline getiren işler de, son beş yıla sıkışmış işlerdir. 1944 – 1945 ile başlar ve, örneğin, Lütfi Kırdar operasyonu ile hızlanır. Zaten harbin sonuna kadar İstanbul'da pek bir şey yapılmaz. 1930'lar 35'lerde Prost bir plan gerçekleştirse de, uygulama için harbin sonlanması beklenir.
"İçe patlama" evresine geldiğimizde neler ile karşılaşıyoruz?
Bizim için bir sonraki dönem, 1950 – 1983 aralığı… Bütün dünyada bir refah dönemine tekabül ediyor. Rock Hudson, Doris Day filmlerinin oynadığı, "Amerikan Rüyası"nın patladığı… Ama elbette Avrupa'nın her yerinde böyle bir gelişme görülüyor. "İçe patlama" hikayesi de şuradan: Bu refah dönemi, dünyanın her şehrinde aynı şekilde gerçekleşiyor. Amerika'da ve Avrupa'da kentler yayılıyor, yani dışa patlıyor. Yani "alt kentleşme" –"suburbanization"- ortaya çıkıyor.
Ama İstanbul?
İstanbul, bugün dahi şehri gördüğünüz nedenlerden dolayı böyle bir "dışa patlama" yaşayamıyor. Patlayamayınca, nüfus artışı da iki şekilde gerçekleşiyor: Orta ve üst kesimler, 1930'larda oluşmuş konut dokusunu yıkarak, oraya apartman yapıyorlar. Kente gelen göçler de şehrin etrafını kocaman bir "gecekondu kuşağı" olarak sarıyor. "İçe patlama", İngilizce'de "implosion" ve "infilling" denilen şeyi ortaya çıkarıyor: Yani şehirde boş bulunan, altyapısı olan tüm arsalar, sonuna kadar değerlendiriliyorlar. Bunun şehre getirdiği, büyük bir altyapı sıkıntısı, büyük bir trafik sıkışıklığı, su-elektrik-eğitim-sağlık hizmeti azlığı oluyor. Neden öyle olduğuna dair gerekçeleri de ben burada anlatmayayım. Sergiye gelenler, görecekler.