Mimarizm ve Anylab işbirliği ile yayına başlayan Calling’20; Medya Sanatçısı, Yönetmen, Tasarımcı Refik Anadol ve İstanbul Tasarım Bienali Direktörü Deniz Ova’yı ağırladı.
Yaşamın ve çalışmanın yeni gerçekliği ile yüzleştiğimiz bu zamanlara dair soruları ile Calling’20, yaratıcı endüstrilerden tasarımcılar, mimarlar, sanatçılar ve akademisyenler ile bugünü kayıt altına almaya ve bugünden geleceğe dair bakış açılarını keşfetmeye devam ediyor.
Anylab Kurucusu Nurgül Yardım moderatörlüğünde mimarizm YouTube kanalından canlı olarak yayınlanan söyleşiler serisinde geçtiğimiz hafta kültür ve sanat bağlamı üzerine konuşuldu. Bu kapsamda Calling’20’ye 21 Nisan Salı akşamı “Melez Gerçekliğe Dair Hayatlar & Hayaller” başlığı ile Medya Sanatçısı, Yönetmen, Tasarımcı Refik Anadol, 23 Nisan Perşembe günü ise “Bir Arada Olma Biçimi Olarak Tasarım Bienali” başlığı ile İstanbul Tasarım Bienali Direktörü Deniz Ova konuk oldu.
Refik Anadol, veri dünyasının gerçekliğinde tasarımcılar ve sanatçıların mekân kurma çabası üzerine yeni görme biçimleri ve bugüne/geleceğe dair görüşlerini paylaşarak içinde bulunduğumuz süreçte toplumsal bilincin yüksek olduğundan bahsederek Nurgül Yardım’ın sorularını yanıtladı. Anadol, hayata dair tüm kavramların muğlaklaştığı yeni gerçeklik çağını önceki çalışmaları ve gelecek projeleri üzerinden değerlendirerek hayat ve hayal ekseninde bir yeni bir perspektif çizdi. Söyleşiden bazı soru başlıkları:
(…..)
İletişim teknolojisi belkide telefonun icadından beri hayatımızda… Hep onu nasıl kullanacağımızı, yöneteceğimizi ve hatta onu hayatımızın bir parçası haline getirmeyi seçmeye devam ettik. Bu perspektifte özellikle bu dönemde sana ilginç gelen ne oldu?
Benim için iletişim anlamında çok büyük şeyler değişmedi. Çünkü son 5 yıldır 12 kişilik ekibimle birlikte ürettiğim projeler hemen hemen dünyanın birçok yerinde. Bu anlamda algımız değişmedi. Faydasını gördüğüm şeyler de var; bazı toplantılar yüzeysel ve dağınık geçerken şimdi o toplantıların derinliği, içeriği değişti. Bilginin paylaşımı, fikirler netlik kazandı.
Mekansal ve medya sanatı üzerinden devam edersek, içinde olduğumuz durumdan SALT’ta gerçekleşen Arşiv Rüyası’na bakınca ne düşünüyorsun?
Medya sanatlarının sadece yanıp sönen ışıklardan ibaret kalmaması gerektiğini hep kritik eden biri olarak Vasıf Kortun, bu projede muhteşem şekilde ufkumu açarak, beni çok anlamlı diyaloglar serisine soktu. Orada beklenti; SALT’ın temelini oluşturan bilginin paylaşımı, soruları sorduran bir kütüphane kültürünün, eğitim kültürünün içindeki zenginlik ve deneyimin açık kaynaklı olması, büyük bir yüktü. Bir yandan Vasıf Bey ile konuştuğumuz konular bir yandan Google ekibi beklentileri. Müthiş bir denk gelme ve rastlantısal süreç oldu. Projeye, projeyi yürüten ekibe ve SALT’ın vizyonuna, misyonuna saygım sonsuz.
Ziyaret ettiğimiz sergiler de bir hatıra olarak kalıyor. Pilevneli Galeri’yi hem mimarisi hem de senin "Eriyen Hatıralar" serginle hatırlıyorum. Neler söylemek istersin?
Bir verinin mekanlaşması, bir medya duvarının heykelleşmesi 2011’den beri aklımdaydı. Kamusal alandaki bir veriyi, şehrin belleği olan bir sesi mekanlaştırmak, daha sonra ışığı materyal olarak kullanarak onu yaşayan bir varlık gibi harekete geçirme fikirleri hep vardı. Yapay zekanın en büyük artısı bu fikirlerin rastlantısal algoritmasından değil daha da derinleşmesini sağladı. Eriyen Hatıralar’da kendi adıma en derinleşebildiğim nokta; veri heykelinin mimari boyutuyla Pilevneli Galerideki mekansal deneyimle, sinirbilimle ve medya sanatları ile olan ilişkiyi sağlıyor olmak çok enteresan üçgen çizdi ortaya. Sanırım insanların büyülendiği nokta buydu. (…..)
Son olarak Refik Anadol, fizikselliğin yeniden kodlandığı bu dönemde, mimarlığın dünya açılmaya başladığında nasıl bir reaksiyon göstereceğini, mimari disiplin ile ilişkide olanların bu konu hakkında ne düşündüğünü çok merak ettiğini belirtti.
Söyleşinin tamamını linkten izleyebilirsiniz.
Deniz Ova ile gerçekleşen söyleşide ise; bireylerin fiziksel olarak birbirinden uzak olduğu bu süreçte etkileşim yaratmanın yeni yolları, bir arada olma hali olarak bienaller ve İstanbul Tasarım Bienali’nin bu sene odaklandığı “empati” kavramı masaya yatırıldı. Söyleşiden bazı soru başlıkları:
(…..)
İlginç gelen bir şey oldu mu bu süreçte?
Apartmanların çok yoğun olduğu, çok fazla insan ve sürekli hareketin olduğu bir yer olan Bomonti’de oturuyorum. Ev pazar yerine bakıyor ve şu anda bir boşluğa bakıyorum. Özellikle evde kalmamız gereken günlerde dışarıya baktığımda gerçekten hayatın durduğunu hissediyorum. Öte yandan fark ettiğim doğanın nasıl değiştiği. Bu sakinlikte çeşitli kuş sesleri duymaya başladım. Buradan ne kadar yeşil görünmesede, o kadar çok polen ve bitkisel tozlar etrafta dolanıyor ki bir yerlerde hayat var gibi ufak ufak şeyler keşfetmeye başladım.
Özellikle kültür ve sanat ile ilgili çok fazla online etkinlikler gerçekleştiriliyor. Fiziksel olan gerçeklikten çok farklı elbette ama bu konu hakkında ne düşünüyorsun?
3. Tasarım Bienali’nde “Biz İnsan Mıyız?” teması altında Beatriz Colomina ve Mark Wigley, virüs krizine tam olarak işaret etmiyor olsada, geniş çaplı olarak tam da bu birbirimize olan bağımlılığımızı, globalde olan birbirimize ihtiyacımızınnasıl bir şey olduğunu ve dünyanın nasıl kötü yolda gittiğini anlatmaya çalışıyordu. Ve orada gözümüzü açacak projeler, araştırmalar, anlatımlar vardı. Nereye gidiyoruz demiştik? O dönemde fark etmeye başlamış olsakta bu zamana kadar da neyi değiştirdik diye de düşünüyoruz. Bunun üzerine geçen sene İstanbul Bienali’ni “Yedinci Kıta” ile anlattığımız, hayatımızda bir takım değişiklikler yapmamıza, alışkanlıklarımızı değiştirmemize yol açmıştır mutlaka. Ama ne kadar yetersiz olduğunu ve geç reaksiyon gösterdiğimizi her gün biraz daha fark ediyoruz. Kültür ve sanatın bu anlamda insanlara bazı konuları fark ettirmesi, insanları iyileştirme ve soru sordurma kabiliyeti var diye düşünüyorum. Şimdi dijitale geçtik hızlı bir şekilde. Öncelikle bu alanda aktif olanlar, daha fazla katılımcıolmaya başladılar. Aslında duygusal olarak ihtiyacımız var buna.
Bienallere genel olarak bakınca şu anla çok ilişkilendiriyorum.
Yaptığımız işlerde ileriye yönelik bir şey yapabilmenin, anlatabilmenin gücüne inanıyorum. Her zaman böyle olmuyor tabi ama bu anlamda 1. Tasarım Bienali’nden bu yana işlediğimi projelerin hala hayatımızda, konuşulduğunu ve önemli olduğunu görebiliyoruz. Tasarım bienallerinde tasarım ile ilgili farkındalık yaratmaya çalışıyoruz ama bu farkındalık bir nesneden ziyade onu anlamak ve etrafında olanla birlikte okumak.
Yeni bienalde mutfak ve gözlemevinden bahsedeceksek olursak, şu anda bir arada olmak ne demek?
5. İstanbul Tasarım Bienali’nin teması, Mariana Pestana küratörlüğünde “Empatiye Dönüş: birden fazlası için tasarım”. Gözlemevi ve mutfak sergileri olarak başladık çalışmaya ve bunlar üzerinden empati kavramını farklı yönlerden anlamaya çalışıyoruz. Şu dönemden önceki en acil konu olan empati kaybı gibi görünüyordu. Daha içine küçülen duygular ve hayatlar vardı. Bunları sorguladığımız ve bu empatiyi nasıl kazanırızı sorguladığımız bir bienale çalışıyorduk. Hatta teknolojiyi bir araç olarak kullanabilir miyiz sorarken şimdi her gün teknoloji aramızda. Mutfak’ın bir metafor olarak anlaşılması gerekiyor. Kendimizi, ruhumuzu ve midemizde beslediğimiz bir yer ama oranın sosyolojisi ve mimarisi ile hayatımızdaki yeri, ev içindeki konumlandırmasını da düşünmek gerek. Şu anda herkes evindeykenmutfakta tükettiğimiz şeyleri çok geniş kapsamlı düşünmeyeteşvik etti. Mutfak programını çalışırken geriye gitmeye baktık. Eskiden olanlar hayatımızda olsa daha sürdürülebilir bir süreç içinde olabilir miyiz? Bunları anlamaya, okumaya başladık.
Son olarak Deniz Ova; iyi fikirleri olan ve dinleyenlerin dijitalde hangi kültür sanat faaliyetlerine katılmak istediklerini kendileriyle paylaşırlarsa çok memnun olacağını belirtti.
Söyleşinin tamamını linkten izleyebilirsiniz.