Uluslararası yarışmalara nasıl bakıyorsunuz?
Sıddık Güvendi: Şu ana kadar bir tane uluslararası yarışma yaptık o da Kıbrıs’taki Rauf Denktaş Anıt Mezarı ve Müzesi Tasarım Yarışması. Zaten katılımın %90’ı Türkiye’deki bürolardandı. O açıdan adı uluslararası olsa da o nitelikte sayılmayabilir. Başlayıp proje gönderemediğimiz bir iki yarışma var. Son olarak Buda Mimarlık ile Peru’daki bir yarışmaya katılmaya hazırlanırken önümüze Türkiye’den bir davetli yarışma geldi. Dolayısıyla biz buradaki yarışmaya katıldık. Neticesinde birinci olduk, binayı yapıyoruz.
Kolektif Mimarlar’ın kurulmasından bu yana altı yıl geçmiş, ortaya uzunca bir ödül listesi çıkmış. Ama şunu söyleyebilirim ki; asıl ödül, inşa etmek. Diğerlerin çok da bir anlamı olmadığı zaman içinde ortaya çıkıyor. Bütün mesele inşa etmek. Zor olan da o...
Oya Eskin Güvendi: Bir de biz hep uygulama anlamında kritik yarışmalarda birincilik elde ettik. Bunlardan birisi Avanos Köprüsü, bir diğeri Şişli Belediyesi’nin açtığı cami yarışmasıydı.
Barış Demir: İkinci olduğumuz yarışmaların neredeyse tamamı uygulama projesi çizdi. Bunların bazısı uygulamaya geçti, bazısı geçemedi. Bizim birinci olduğumuz yarışmalar ise uygulanmadı. Çok heyecanlandığımız zamanlar oldu. Sonuç alamayınca bir demoralize olma durumu yaşanıyor. Şimdi en azından bir tanesi uygulandı, ikincisi de yolda. Proje yarışmayla yapıldığı zaman, bazı ölçeklerde birtakım şeyler göz ardı edilebiliyor. Biz ilk andan itibaren o projenin uygulanabilir olup olmadığını sorguluyoruz. Bu da ne kadar istekli olduğunuzla ilgili bir şey çünkü birinci olma ihtimali ne kadar kısıtlı olsa da her noktayı uygulamayı düşünerek tasarlıyorsunuz.
SG: O yüzden de yarışmayla birlikte gelen kurallara mutlaka uyuyoruz. İşin metrekaresi, çekme sınırları, yükseklik sınırları, idarenin ve jürinin beklentileri, ihtiyaç programı, yer, bütün bunlar birleşerek bir problem oluşturur ve yarışmacıdan onu çözmesi beklenir. Biz o problemi, programın bütün bileşenleriyle birlikte çözmeye çalışıyoruz.
Yarışmalarda en çok tartışılan şeylerden biri de şartnameler aslında. Şartnameye uymadığı halde ödül kazanan olunca, diğer katılımcılar haklı olarak isyan ediyor.
SG: Yarışmalar içerisinde biraz vakit geçirin, er ya da geç süreç sizi şuna eriştirir: Şartname aslında o kadar da dikkate değecek bir metin değildir, yarışmacı ne isterse onu yapar. Bizim içinse son derece bağlayıcı çünkü hem idarenin hem jürinin taleplerini ortaya koyan, problemi tanımlayan bir metin. Şartnameye uymanın bize olumlu yansımaları da olabiliyor, uymayan bir proje de birinci seçilebiliyor. Bu tamamen jüriden kaynaklanıyor. O şartnameyi yazdıysan uy, uymayacaksan yazma. Bir kolokyumda jüri üyelerinden birisi dedi ki, “Biz o projeyi görünce hata yaptığımızı anladık”. Yapmasaydınız, biz niye sizin yaptığınız hatanın bedelini ödeyelim ki? Daha çok çalışın, elinizi daha çok taşın altına koyun, daha iyi şartnameler hazırlayın, tanımladığınız kurala uyun, uymayanı da ilk turda eleyin. Ben o konuda çok katıyım ve tüm jürilerin de öyle olması gerektiğini düşünüyorum.
Bu kadar deneyimin ardından jüri olarak görev aldığınız yarışmalar var mı?
SG: Biliyorsunuz, jüri olabilmek için mezun olduktan sonra 10 yıllık deneyiminizin olması gerekiyor. 2017 itibariyle bu süreyi doldurduğum için bir yarışmada yedek jüri üyesi olarak yer alıyorum.
"Doğru zamanlarda, doğru insanlarla ve doğru işlerle karşılaşan şanslı insanlarız"
Peki bu yaş sınırı konusundaki görüşünüz nedir?
SG: Sonuçta iki yıllık deneyime sahip bir mimar yarışmada birinci olabiliyor. Dolayısıyla jüri üyelerine konulan 10 yıl şartı gerçekten manasız. Başka kriterlere ihtiyaç var bana kalırsa.
BD: Jüri iyi bir karmadan oluşturulmalı. Farklı görüşler için genç mimarların da muhakkak olması gerekir.
OEG: Açıkçası ben 10 yıllık tecrübe kriterine kesinlikle olmamalı diyemiyorum çünkü az önce Sıddık'ın verdiği örneklerin yaşanmaması için tecrübe çok önemli. Biz yarışma çizme konusunda tecrübeliyiz. Tabi bu süreçlerin sonucunda o probleme dair üretilen diğer ürünlere de vakıf oluyorsunuz. Bu bir süre sonra projeyi okuma ve alternatifler arasından doğru olanı seçme konusunda da tecrübe kazandırıyor. Hatta bazen takvimimiz çok yoğun olduğunda, şartnamelerin içeriklerini okuyup, katılmasak dahi kendi aramızda fikir paylaşıyoruz ki sonrasında kazanan projelere ne kadar yaklaştığımızı görebilelim. Başlarda bu bizim için alıştırma çözmek gibiydi. O yüzden 10 yıl deneyim şartı bana çok yanlış gelmiyor.
Az önce konuştuğumuz gibi, ilk yapının küçük ölçekte bir yapı olması şanstı çünkü bunlar hep tecrübeye dayalı süreçler. Yeni mezunken 40.000 metrekarelik bir iş alıp bunun uygulama sürecine girmiş olsak mesleğe dair kaygılarımızdan uzaklaşabilirdik. Bu anlamda bence tecrübe kazanma durumu, hem proje üretme konusunda hem de mimarlığa bakışımız konusunda bizi her geçen sene farklılaştırıyor. İş yaşamındaki erken evlilikler, ayrılılıklar, birliktelikler de bu süreçte kazanılan tecrübeler ışığında ortaya çıkıyor.
SG: Sürece bakınca, doğru zamanlarda, doğru insanlarla ve doğru işlerle karşılaşan şanslı insanlar olduğumuzu düşünüyorum. Tabi bir yarışmaya girip birinci olmak şans değildir. Benim bahsettiğim, öğrenciyken Ayhan Hoca ile karşılaşmış olmak, birinciliklerimizden birisinin Lüleburgaz Otobüs Terminali yarışması olması, bu ekibin bir araya gelmesi, genel manada işlerin yolunda gitme durumu... Bence o anlamda kısmetliyiz.