AslıE: Sizin bir mimar olarak en çok beğendiğiniz şehir hangisidir?
İstanbul'da yaşamasaydım, New York'ta ya da Paris'te yaşardım. Londra'da bir yıla yakın yaşadım ama benim için Paris daha çekici. Örneğin Barselona'da yaşardım. Güzel örgütlenmiş şehirleri severim.
AslıE: Günümüzde işlevsellik daha çok mu öne çıkarılıyor, mimarlığın sanatsal yönü ihmal mi ediliyor?
İşlevsel ürün olan mimarlık bir müddet sonra anlamını kaybeder. Yıkarsın ve yerine yeni bir fabrika, yeni bir alışveriş merkezi yaparsın. Geçenlerde Gebze'de otoyol üstünde deniz tarafında yapılmakta olan alışveriş merkezini gördüm. Çok büyük bir bina. Baktım, alışveriş merkezi mi yoksa fabrika mı, sanayi sitesi mi anlayamadım. Ortasına da kubbe gibi bir şey yerleştirmişler. Muhakkak işlevsel bir bina, çatısı akmıyor, içindekiler üşümüyor, dükkanlar para kazanacak. Ama bana kültürel ve kalıcı olarak hiçbir şey ifade etmiyor. Ama Cihangir'de arada kalmış beş katlı bir apartman vardır, bakmaya doyamıyorum. Yabancı mimar arkadaşlarımı götürüyorum, onlar da böyle düşünüyor. Yani ne yazık ki bugün pekçok yapıda işlevsellik tek amaç olup mimarlığın sanatsal yönü ihmal ediliyor.
MesutT: Bizdeki kamusal yapılar insanı kendilerine çekmiyorlar değil mi?
Bir hocam iyi yapıyı akmayan, kokmayan, yapıldıktan sonra içinin fonksiyonu değişmeyen yapı olarak tanımlardı. Bu bir yaklaşım. Eğer yapı sizin kişisel yapınızsa, yorum yapmak yanlış. Ama kamusal bir yapının insanlara mesaj vermesi ve etkilemesi önemlidir. Geçenlerde Günay Çilingiroğlu bana gelmişti ve ona bir iltifatta bulundum. Onun yaptığı Tercüman Binası, kötü bir kullanım sürecinden sonra temizlendi, boyandı ve camları yenilendi. O binayla ilgili çok spekülasyon yapılmıştı. Fakat dışardan bakıldığında halen inanılmaz bir heykel. Günay Bey'e "Eline sağlık, ne yapmışsın ki hala herkes konuşuyor" dedim. Bana göre çekici, estetik ve mesaj veren bir bina.
Cumhuriyetin ilk döneminde Devlet tarafından yaptırılmış kamu yapıları var. Mesela Seyfi Arıkan ve Sedat Hakkı Eldem' in 1935'li yıllarda yaptığı kamu yapılarının kalitesi neyse, Le Corbusier' in 1935 yılında yaptığı binanın kalitesi de aynı. O günkü hükümeti kuran insanların inançları, dürüstlükleri, işe bilimsel yaklaşmaları çok ötede. Bunun için o yapılar da öyle. 1960 sonrasına baktığınızda ihale oyunları, yarışma oyunları, yönetmeliklerin yanlışlıkları ve yetersizlikleri ortaya bu yapıları çıkardı.
Peki sermaye ne yaptı? Onlar da yaptıramadılar. İşte görüyoruz. Sabancı, Koç, Eczacıbaşı gibi büyük gruplar, holdingler hangi referans yapıları armağan ettiler bu ülkeye? Türkiye'nin çok büyük zenginleri var. Ama onların büyük bir bölümünün iyi bir mimar seçip iyi yapı yaptırmaya kültürleri yeterli değil. İyi bir Türk ya da yabancı mimarla anlaşıp, mimarlık tarihine geçecek, özgün bir yapı yaptılar mı? Böyle bir dertleri yok. Ama gelişmiş toplumların var. Müşteri olmazsa bu yapıları kime yapacaksın?
MesutT: Bu, bir taraftan da toplumun kendini ifade ettiği kodlarla da ilgili sanki. Örneğin Sabancı ailesi Atlı Köşk'le kendine bir imge yaratıyor.
Benim Boğazda 12 kadar iyi restore edilmiş yapım var. Atlı Köşk'e baktığım zaman Sabancı'yı eleştiriyorum. Çünkü Atlı Köşk, kalıcı değerleri yeterli olmayan bir bina. Binaya iyice bakıldığında oranlarındaki problemlerden iyi yapı olmadıgını anlarsınız. Oysa ki Sedat Hakkı Eldem'in yaptığı binalarda öyle bir oran ve detay bozukluğu yoktur. Yoksa Sabancı müzesinin kültürel açıdan topluma sunduğu hizmet takdire değerdir.
AslıE: Ama zaten Türkiye'de yerleşmiş bir burjuva kültürü yok. Öyle değil mi?
Turkiye'de burjuva kültürü yeni oluşmaya basladı. Koç ailesinin yaptırdığı Pera Müzesi bu burjuva kültürünü bir bütün olarak yansıtan iyi bir örnek. Çünkü tarihi bir cevrede önemli bir yapı iyi restore edilmekle kalmamış, içinde bir de iyi bir müze oluşturuldu. Gene Koç ailesinin Sarıyer'deki Sadberk Hanım Müzesi, restore edilmiş eski yapısı ve içindeki Türk El Sanatları Müzesi iyi bir örnek. Ayrıca, Haliç'teki Rahmi Koç Müzesi iyi bir sanayi yapısı dönüşüm projesidir. Eczacıbası ailesinin Tophane'deki Istanbul Modern Sanatlar Müzesi de iyi bir örnek.
Gene de büyük holdingler eski sanayi yapılarını Silahtarağa Elektrik Fabrikasındaki dönüşüm projesi gibi birçok projeyi kültür hayatına katabilirlerdi. Mesela iyi fabrikalar yıkılmasaydı da onlar birer endüstri müzesi olsaydı. Bu anlamda Bursa'da yaptığımız Merinos projesi çok ilginç. Biz orada eski fabrikayı konservatuar, sanat merkezi ve tekstil müzesi yaptık. Eski trafo binası yıkılmadı, sanayi müzesi oldu. Ki Merinos Fabrikası çok yıpranmış bir yapıydı. 1930'lu yıllarda İnönü'nün temelini attığı ve Atatürk'ün açılışını yaptığı Almanlar tarafından yapılmış bir bina. Ama 1935'den 2005'e kadar geçen zamanda yıpranmış. Türkiye'de fabrika kuranlar eğer iyi fabrikalar kurmuş olsalar, bu yapılar doğru zonlarda yapılsalardı, bu farikalar yıkılmadan kamuya başka türlü hizmet verebilirlerdi. Bizde, gecekondu gibi yapıldıkları için olmadı.
Bir gün bana Kurukahveci Mehmet Efendi Mahdumları geldi. Hep söylerim, Kurukahveci Mehmet Efendi Mahdumları bir müessesedir. Ben de artık kendimi bir müessese olarak kabul ediyorum. Bir yerde 40 yıl aynı işi yapıyorsunuz, artık kurumsallaşıyorsunuz. Onlar bana önce Mısır Çarşısı'nın yanındaki kendi yerlerini gösterdiler ve benden Ümraniye civarında bir yere fabrikamsı bir yapı yapmamı istediler. Fakat bir şekilde olmadı, o sıralar Haydar Karabey ile bazı ortak işlerimiz vardı ve o yapıyı da Haydar yaptı. Ben, onların Mısır Çarşısı'nın bitişiğindeki yerlerinden çok etkilendim. Babaları, 1935 senesinde mimarını alıp Almanya'ya gitmiş ve göstermiş neyi nasıl istediğini. Dışardan bakıyorsunuz küçücük bir bina, ama içine girdiğinizde merdiveni, korkuluğu, dolapları, tezgahıyla bir ‘art deco' bina. Hakikaten muhteşem, saygı duyuyorsunuz. Bana göre orası bir kahve müzesi olmalı. Mimarlık, işverene çok bağlı olan bir meslek. Eğer işveren bu anlamda yanınızda olmazsa nasıl yaparsınız?
MesutT: Ülkenin genel standartları da çok belirleyici olsa gerek. Bizim gibi ‘bellek sorunsalı' olan bir toplumda birşeyleri korumak, biriktirmek, aktarmak kültürü oluşmuyor sanki.
Bu, biraz da göçebelikten gelen bir şey. Onun çok büyük etkisi var ve kırmak çok zor. Mimarlar için işveren çok önemli. Yan yana iki arsa olsa ve iki yapı yapsak, aynı yapı olmuyor. İşverenin bilinçli olması çok şey fark ettiriyor. Bogaziçinde iki yalısını yaptığım bir işadamı var. Çok gezen, çok gören bir adamdı. Arardı beni ve "hadi İspanya'ya şunu görmeye gidiyoruz, bilmem nereye bunu görmeye gidiyoruz" derdi. Onunla en az 10 yurtdışı seyahati yapmışımdır. Onun yaptırdığı bina güzel oluyor, çünkü sahip çıkıyor. Öyleleriyle iş yapıyorsunuz ki, adam bir kere bile gelip inşaatına bakmıyor. O durumda iyi ya da kötü olmuş, hevesiniz kalmıyor. Bu, bir meslek adamı için çok kötü.