MesutT: Cafer Bozkurt Mimarlık Şirketi'nde ne kadar zamandır çalışıyorsun?
Resmi olarak, 2001'de okulu bitirdiğimden beri çalışıyorum. Ama aslında okulun ikinci senesinde stajyer olarak çalışmaya başlamıştım.
MesutT: Cafer Bey Teknik Üniversiteli ama sen MSGSÜ mezunusun. Bu, iletişimde ya da tasarıma yaklaşımda herhangi bir farklılık yaratıyor mu?
Babam da mimardır ve o da Teknik Üniversite mezunudur. Aramızda tatlı çekişmeler olur. Onlar, "Size resim yapar gibi proje yaptırıyorlar" gibi takılırlar bize. Ama biz akademililer olarak zaten başka bir ekol olarak görürüz kendimizi. Bu konu da söylenebilecek çok şey var ama okullar hakkında çok fazla eleştiri yapmak istemiyorum. Eğitiminden ne aldığın sana bağlı. Asıl okulu bu ofiste okuduğumu söyleyebilirim. Her İTÜ mezunu aynı özelliklerde mi yetişir bilmiyorum, ama Cafer Bey'in tamamen kendine has bir tarzı ve prensipleri vardır. Onun yanında belli bir süre çalıştıktan sonra siz de onun gibi düşünmeye başlıyorsunuz. Bu anlamda ‘Cafer Bozkurt Ekolü' takipçileri diye bir grup olduğumuzdan da bahsedebiliriz. Gerçekten, burası ayrı bir okul okumak gibidir.
MesutT: Çok spesifik bir görev dağılımından söz etmek mümkün mü, örneğin sen neler yaparsın?
Valla "Neler yapmıyorsun" diye sorsan daha iyiydi, her şeyi yapıyorum. Çizim, proje şefliği, gerektiğinde telefonlara bakmak... Burası samimi bir mimarlık bürosu, büyük bir şirket değil. Buradaki insanlar ile artık aile gibi olmuşuz. Herkesin, her konuda belli bir sorumluluğu vardır.
MesutT: Nasıl bir iş bölümü yapıyorsunuz, bu iş bölümü projeye göre mi şekilleniyor?
Genellikle tasarım aşamasında bir kişi proje ile ilgilenmeye başlar. Tasarım detaylanmaya başladıkça, o projede çalışanların sayısı da artar. Aynı anda başka bir projede yan bir görev de yapmak mümkün. Çünkü yoğunluğuna bağlı olarak, birkaç işin bir arada yürütüldüğü durumlar olabiliyor. Herkesin kendi yatkınlıklarına ve yeteneklerine göre iş dağılımı yapılıyor. Örneğin, tasarım tarafı güçlü olanlar yarışmalarda, uygulama tecrübesi olanlar detay çizimlerinde daha etkin rol oynar. Restorasyon üzerine uzmanlaşmış olan arkadaşlar var, onlar ağırlıkla o tür projelere bakarlar.
Biz bir proje bürosuyuz ve tasarım konusu da başlı başına ayrı bir uzmanlık alanı bence. Uzmanlık denilince, bu farklı biçimlerde algılanabilir. Örneğin sadece mimarlık tarihi, öğretim üyeliği, malzeme veya yapı uygulaması üzerine uzmanlaşılabilir. Ama projecilik ve tasarım bunların hepsi hakkında bilgi sahibi olmak ve aralarında koordinasyonu sağlamayı gerektiriyor. Ben bu konu da kendimi yetiştirmeye çalışıyorum. Ek olarak restorasyon üzerine ayrı bir uzmanlığımız var denilebilir.
MesutT: Proje süreci sizde nasıl yaşanıyor?
Önce bir beyin fırtınası oluyor. Sıfırdan bir projeye başlarken herkesten bir fikir çıkar. Doğru yönde ilerleyen tasarım fikirleri üzerinde yoğunlaşırız. Bazen komik şeyler de olur. Mesela yüzlerce kez eskiz yaptıktan sonra sonuçta yine en başlangıçtaki ilk fikre geri döneriz.
Müşterinin elbette istekleri oluyor ve bizim de bunları doğru şekilde karşılamak gibi bir görevimiz var. Ama bizim ofisin de bir çizgisi vardır ve bunun pek dışına çıkılmaz. Doğru bulmadığımız işlere hayır diyebilecek konumda bir büroyuz. Üzerinde uzun zaman çalışılmış, çok emek harcanmış ama şartlar doğru olmadığı için gerçekleştiremediğimiz pek çok proje vardır.
MesutT: Nedir doğru şartlar?
Öncelikle aldığınız iş için belli bir zaman ve çalışma ortamına ihtiyacınız var. İnsanlar, projeyi çok basit iki günde yapılabilecek bir işmiş gibi görüyorlar. Sadece ellerine aldıkları kağıt parçası kadar değerli zannediyorlar. Oysa o kağıt parçası milyarlarca değerlik yatırımlara yön veriyor.
Yurtdışında mimarın yetkileri, sorumlulukları ve yapı yapmak ile ilgili koşullar çok daha net belirlenmiş durumda. Mal sahipleri ya da çalıştığınız insanlar canlarının her istediğini sizden bekleyemiyorlar. Türkiye'de çok karışık, kaotik bir ortam olduğu için, sizden bu tür şeyler istenebiliyor. Çok kısa zamanda, çok az paraya, çok fazla iş yapılması istenebiliyor. Bu şartlarda işi hakkını vererek yapmak mümkün olmuyor. Biz de bugün geldiğimiz standardın altında bir iş yapmak istemiyoruz.
MesutT: Mimarlık ortamında neler olup bittiğini izlemek için zamanınız oluyor mu?
Okulda çalışan bir öğretim görevlisi ya da bir yayıncı kadar takip etmem bazen mümkün olmuyor, ama özellikle çizdiğim proje ile ilgili konuları yakından izliyorum. Örneğin opera yapıyorsak dünyadaki yeni eski tüm opera projelerini başka bir gözle inceliyorsun. Ayrıca pek çok proje ofisleriyle dirsek teması içindeyiz ve birlikte ortak işler de yapıyoruz. İnsanlar farklı kaynaklarda ancak projenin bitmiş ve basılmış halini görüyor. Ama özel temaslarımda proje gelişirken karşılaşılan zorlukları, arka planda yaşananları da öğreniyorum. Bu bağlamda belki de mimarlık ortamında olup biteni ayrı bir boyutta izliyorum da denebilir.
MesutT: Başka bürolarda kendini nasıl hissediyorsun, hemen bir karşılaştırma refleksi oluyor mu?
Tabi, oluyor. Örneğin Almanya'da gittiğim bir büroda orada olmayan ama bizde olan ya da tam tersi ne var diye düşünüyorum. Ofisteki imkânları, kullandıkları programları, çalışma şartlarını ister istemez inceliyorum. Belli ölçekteki mimarlık ofisleri genelde birbirlerine benziyorlar. Ayrıca özellikle Avrupa ve Amerika'da yüzlerce kişinin çalıştığı fabrika gibi devasa ofisler de var. Ülkemizde de buna benzer oluşumlar var. Bunun da kendine göre olumlu ve olumsuz yanları olabilir tabii.