MesutT: Okul sonrasında herhangi bir travma yaşadınız mı? Okul ve gerçek yaşam arasındaki ikircikli durum size nasıl yansıdı?
Sorunuza, mimarlığı nasıl seçtiğimle başlayayım. Ailedeki ilk mimar benim ama okulu yeni bitiren kızım 9 numara. Aslında çocukluktan beri el işlerine bir yatkınlığım vardı. Hali vakti yerinde ve Beyazıt'ta yaşayan bir ailenin çocuğu olmama rağmen, lise yıllarımda hiç ücret almadan mahalledeki marangozhanede çıraklık yaptım. Çocukluğumda sokaktan çivi toplardım ve annem de takılırdı "Bilseydim bir kilo çivi alırdım" diye. Evdeki bıçaklarla tahta yontardım. İlkokuldan başlayarak lise bitene kadar genelde iyi bir öğrenciydim, ama matematik ve resimde sınıfın en iyisiydim. Üniversitede de ilk yıldan başlayarak hep sınıf birincisiydim.
Okulun üçüncü sömesterinden itibaren hep çalıştım. Okulda iyi olmanız hocaların dikkatini çekmenizi ve onların projelerine alınmanızı, hep bir çalışma ortamında olmanızı sağlıyordu. Üçüncü senemde, rahmetli Selçuk Batur ile Prof. Kuban ve Prof. Striker için yaptığım bir çalışmadan aldığım parayla büyük bir Avrupa seyahati yapabildim, hem de o proje Amerika'da yayınlandı ve benim de adımı koydular. Bu şekilde, okul süresince neredeyse çalışmadığım hoca kalmadı. Okul bittiğinde arkadaşlarım sıfırdan başladıklarında ben dört yıllık mimar gibiydim. Kendimi bir anda mimarlığın içinde buldum.
Okul bittiği zaman Prof. Kuban hariç, ki hala çok yakın dostuz, 11 kürsünün 10'undan asistanlık teklifi aldım. Kuban, "Senin ne işin var burada, git mimarlık yap" dedi. Özellikle şehircilik kürsüsü, asistan olup kalmadığım için çok kırıldı. O ara rahmetli Kemal Ahmet Aru hoca beni İsveç'e göndermek istedi. Yalçın Emiroğlu "İsveç'le ne işin var, git askerliğini yap" deyince, baktım herkes askere gidiyor ve ben de askere gittim. Kendimi 300 kişilik bölüğün 220'sinin mimar ve mühendis olduğu bir ortamda buldum. Aralarında çok ünlü mimar ve mühendisler de vardı. Mesela orada Zorlu Projesi'nde de birlikte çalıştığımız Mete Arat ile tanıştık ve yasaklar içinde yaptığımız bir proje ile ödül bile kazandık. Bu şekilde fark etmeden mimarlık dünyasının içine giriverdik ve işler de işleri açtı.
Bu arada Mete'den dolayı kısa süreli bir İngiltere ve sonrasında Almanya maceram oldu. Almanya'da ‘orası mı yoksa burası mı' diye bocaladım. Çünkü orada Alman Parlamento Binası proje yarışmasında birincilik ödülünü calıştığım buroda benim hazırladığım proje kazandı. Ama bir yandan deneyim eksikliği diğer yandan diplomamızın Türkiye'den olması gibi engeller nedeniyle projeyi gerçekleştiremedik. Yerine mimar Günther Behnisch'in projesi uygulandı. Bu arada Yalova projeleri üzerinde çalışıyordum. Bu yüzden Türkiye'ye döndüm ve 1974'ten bu yana da buradayım.
AslıE: Aynı binada mı?
Evet, aynı binada, ama artık buradan çıkacağız. 10 küsur yıldır karşıda, Arnavutköy' de oturuyorum. O civarda da büro kurma hazırlığı içindeyim.
MesutT: Almanya ve Türkiye arasında yaşadığınız ikilem neydi?
Hem Türkiye'de işlerim vardı, hem de Almanya'da çalışıyordum. Almanya'da kazandığımız yarışmanın sonucu alamayacağımıza inandığım ve Türkiye'deki işlerden de vazgeçemeyeceğim icin Türkiye'de devam kararı aldım. Kimi zaman düşünüyorum, eşim Hollandalı olduğu için Hollanda'da da kalabilirdim. Ya da İspanya da olabilirdi. Fakat ben Türkiye'yi seçtim. Tabii ki bu tercihte aile ve olanaklar etkili oldu, yoksa belki yurt dışında kalırdım. Peki kalsaydım ne fark edecekti diye sorarsanız, Türkiye'de çok yapı yaptıysam, orada az yapı yapacaktım, ama daha iyi yapılar yapacaktım. İstanbullu olmanın çekiciliğini de hep özleyecektim.
Bir de şu var. Bizler bu ülkede bedava okuduk, bizden sonrakiler parayla. Üniversite bitene kadar bir kuruş eğitim parası ödemedim. Bir tarafta çok kişisel düşünüp Avrupa'da bina yaparak ünlü olmak varken, diğer tarafta da ülke kalmak vardı. Ülkeme çok hizmet ettim, vergi verdim, adam çalıştırdım, pek çok insana iş imkanı yarattım. Ben, bu ülkenin kalkınmasına muhakkak katkı koyan insanlardan biriyim. Bunun için de mutluyum. Yurt dışında iyi 10 bina yapmak yerine ülkemde 10'u iyi ama hepsi doğru yapılmış, 100 yapımın olmasını tercih ederim.
MesutT: Gerçekten Cumhuriyetin belirli bir döneminde yetişmiş kişilerde "Ülkemden aldıklarımı ona geri vermeliyim" motivasyonu var, değil mi?
Evet, buna inanıyorum ve bu anlamda katkı koyduğumu düşünüyorum. Mesela benim büromda çalışmış ve yetişmiş mimarların kurduğu en az 10 iyi büro var. Benimle çalışmış 200 kişinin en az 50'si büromdan iyi bir mimari birikimle ayrıldı. Yanımda çalışanlara hep "benden meslek öğrenirsiniz, ama üçkağıtçılık öğrenemezsiniz" derim. Bir proje nasıl yapılır, sistematiği nasıl oluşturulur, nasıl donatılır, çevreye nasıl değer katılır, bunları vermeye çalışırım. Bu büro genç mimarlar için bir okul. Üniversitelere çağrıldığımda ya da katıldığım konferanslarda da görüyorum, anlatırsanız gençler birşeyler öğreniyorlar.
Bizim aldığımız eğitimi bugün büyük paralar harcamadan kimseler alamaz. Bir yerde borçlu hissediyorsun kendini. Ama ‘borcumu ödemeliyim' psikolojisiyle de çalışmadım. Bu ülkeye hizmet ettiğim için daha memnunum.
AslıE: Yaşıtım, kafası çalışan, içinde birşeyler yapabilme potansiyelini taşıyan ve iyi eğitim almış olanların birçoğunun yurt dışına gitmeye çalıştığını gözlemliyorum.
Elbette. Benim yurtdışında da pek çok çalışmam oldu, yer yer gidip geldim. Yemen'e, Pakistan'a, Rusya'ya, Romanya'ya, Libya'ya, Arap Emirlikleri'ne Türkiye'den proje yaptım, şöyle diyelim. Şimdi 20 yaş genç olsaydım, kesinlikle yurtdışında büro ortaklığım olurdu. Bugünkü dünyadaki iş anlayışı bunu gerektiriyor. Şu da var: Özellikle 1990 sonrası, sizler, Özal ile birlikte gelen pekçok şeyi doğalmış gibi yaşıyorsunuz. Örneğin kredi kartı. Oysa 42 sene önce yurtdışına çıkarken American Express seyahat çekleri almak zorunda iken, geçen çarşamba sabahı Hasan Hoca ( Prof. Hasan Şener) ile Danimarka'ya gittim, sanki Bursa'ya gider gibi gittik ve geldik. Mesafeler de kısaldı. Bizler bunun değerini biliyoruz, ama sizler bilemezsiniz. Bir de insanların arayışları var. Siz, belki dışarıda daha iyi ortamlar bulurum diye düşünüyorsunuz. Oysa Türkiye'de de olanaklar var. Ama bunları yaşayarak öğreneceksiniz. Eğer iyiysen, faydalıysan, sistem seni kabul eder, değilsen bir süre sonra ayıklanıp atılırsın. Türkiye'de bir gelecek görmüyorsan, yurtdışında olanak aramayı da düşünebilirsin. Bunun içinde macera arayışı, yeni insanlar tanımak, yeni yerler görmek de olabilir. Ama bunu Türkiye'de yaptığın çalışmalar içinde de gerçekleştirebilirsin. 1972'de Almanya'da çalışırken, çalışanlar arasında büro sahiplerinin sınıf arkadaşı da vardı. Neden onun da partner olmadığını sorduğumda, o da "Neden sorumluluk alayım ki, büronun sahibi olsam örneğin gelecek yıl Amerika'ya gidip çalışma olanağım olsa yapamam" dedi. Bu bir yaklaşım meselesi.