NK: İki tane şehir kütüphane projeniz var bir tanesi Sakarya diğeri Mardin’de...
BP: Aslında Mardin’in arka planında Sakarya var. Sakarya OSB projesini yaptıktan sonra bizi Sakarya Belediyesi çağırdı ve bize “kütüphane projesini yapar mısınız” dediler, bir mimar için büyük fırsat. Önce bir sunum istediler, “anlaşabilirsek devam ederiz” dediler. Biz de önce onlara bir konsept proje çalıştık.
Bu o zaman Kültür Bakanlığı’nın gündeme getirdiği bir konuydu, yaklaşık 3 sene öncesinden bahsediyorum. “Kültür Han” diye konsept başlatmışlar. 1970’lerde Anadolu genelinde İl Halk Kütüphaneleri var. Bin metrekare tipik proje, 3 katlı, her ilde tekrar eden bir projeden bahsediyoruz. Bütün kitapların dağıtımı Ankara’dan oluyor. Ankara Kültür Bakanlığı altında Kütüphaneler Müdürlüğü diye bir kurum var. Kültür Han da işte onların araştırmalarınca oluşturdukları bir proje. Hatta bir tane tip proje geliştirmişler. Biz programı inceledik, uluslararası örneklerle kıyaslandığında gayet güzel yapılmış. Yaşayan bir kütüphane mantığı, şehir içinde insanların günlük hayatında kullanabileceği daha açık bir sistem. Zemin katı daha aktif, kütüphane katı sanki Salt’ın Anadolu’ya uyarlanmış şekli gibi diyebilirim. Ziyaretçilerin sadece kütüphane için değil başka aktiviteler için de orada olacağı açık bir sistem yapmışlar.
Sonra biz konseptler çalışmaya başladık, sadece görsel olarak değil içerik olarak da fikir geliştirdik. Kütüphanecilerle görüştük, onların birikimlerini almaya çalıştık. Bize verilen programda 8 bin metrekarelik bir kütüphane vardı. Bu aslında 1.5 milyon nüfuslu Sakarya gibi bir şehre bakarsanız ucu ucuna yeter. Helsinki kütüphane yarışmasının programını incelemiştim. Orası 1 milyon kişilik bir Avrupa şehri, yarışmayla 13 bin metrekarelik bir kütüphane yapıldı. Çok başarılı bir işti. Bu örneğe bakıldığında küçük kalıyordu.
Son olarak, projeyi o zamanın Kültür ve Turizm bakanı olan Nabi Avcı’ya sunduk. Ama bizim yaptığımız proje maliyetli kaldı. Orada da şöyle ikna etmeye çalıştım; siz sadece kütüphane değil mimari bir değer oluşturuyorsunuz. Turizm anlamında da dünyada örnekleri var. Projeyle beraber şehre yeni bir bakış açısı katabilirsiniz. Anadolu’nun farklı şehirlerinde farklı mimarlara bir şeyler yapabilirseniz aynı zamanda bu bir mimari potansiyel de oluşturur. Bu düşünce onların hoşuna gitti ve çabalarımız sonucunda ihaleyi aldık.
Sakarya Şehir Kütüphanesi, render
Sakarya Kütüphanesi’nin sunumunu yaparken bizi dinleyen kaymakam Mustafa Bey, sonrasında Sakarya’dan geçici vali olarak Mardin’e atanmış. Bir gün beni aradı “Mardin’e gelir misin?” diye. İlk kez Mardin’e gittiğimde çok etkilenmiştim, Mezopotamya’dan arabayla girmiştik, sanki Star Wars sahnesi gibiydi. Bir anda vadiden çıkıp tozlu bir tepe, ışıklar, yukarı çıkınca bambaşka bir deneyim.
İkinci gidişim de Mustafa Bey’in beni çağırması ile oldu. Hiç düşünmeden “gelirim” dedim. Sokaklarla ilgili yenileme projesi istiyorlarmış. İlk başta şehir planlamaya girdiği için ne yapacağımı bilemedim. Artuklu kısmı var, dağılmış; 10 senedir müteahhitler dokuyu bayağı bir bozmuşlar. Bitmemiş binalar, “Ghost City” gibi bir havası vardı. Meydanda parkın etrafı için bir konsept proje yapacağım dedim. Belediyeden bütün Mardin’in planlarını istedim. 1 ay içinde de bütün ekip çalıştık, Mardin’e sadece sokak projesi değil bayağı master plan geliştirdik, öneriler planladık. Sonra tekrar gittim. Mustafa Bey, kaymakam bey var, hep birlikte toplandık. Ben onlara sunumu yaptım, anlattım. Şok oldular, suratlarındaki ifadeyi hatırlıyorum. Korktular “bu adam neyin peşinde” diye, kaldı o proje…
O süreçte Mardin’e gidip gelmeye devam ettim. Gidip gelirken Vali’ye “Neden kütüphane projesi yapmıyoruz” dedim. O sırada Ankara’ya da gidip geliyorum diğer kütüphane projesi için. Ankara’dayken Mardin’e yeni bir kütüphane projesi planlamayı önerdim.Anlatınca onay verdiler. Sonra Ankara’dakileri Mardin’e davet ettim. Halbuki kütüphane konusu varmış ama gündemde değilmiş. Bakanlık Mardin’e ziyarete gelince proje yerine karar verildi.
Mardin Şehir Kütüphanesi, render
O sırada MIT’den tanıdığım Pelin Tan beni öğrencisi Önder ile tanıştırdı. Önder’in abisi de belediyede çalışıyordu. Konuşurken “kütüphane projesi var olursa senle çalışır mıyız?” dedim, o zaten çok heyecanlandı. İtiraf etti, o da bu projeyi kovalıyormuş zaten. Bu projede birlikte olmamız inanılmaz güçlendirdi bizi, lokal anlamda çok kişiyi tanıdığı için bayağı artısı oldu. Ankara’dan onay verdiler, projeyi çalışıyoruz ama bir yandan resmi olarak ihaleyi almamız gerekiyor ama o ihaleyi bir türlü yapamıyoruz. Resmileştiremedik bir türlü. Ankara projeyi yapın dedi ama proje ağır,10 bin metrekarelik bir alan. Programı oturtmaya çalışıyoruz, kendi içimizde projeyi geliştiriyoruz. Aradan 6-8 ay geçtikten sonra ihaleyi ve dolayısıyla projeyi resmileştirme fırsatımız olabildi.
NK: Türkiye’de yaptığınız proje süreçleri Ar-Ge / Ür-Ge çalışması gerektiren projeler. Baktığım kaynaklarda genellikle tasarladığınız yapıların cepheleri ve cephe sistemleri ele alınmış. Tasarım süreçlerinizde cephe tasarımının pozisyonu nedir? Mesela Ar-Ge / Ür-Ge çalışmaları hep cephe tarafında mı oluyor, iç mekanda da teknik veya malzeme geliştirme üzerine tecrübeleriniz oldu mu?
BP: Önümüze çıkan fırsatlarla alakalı bir süreç aslında. Bizim için cephe tasarımının iç mekan kurgusuyla bir bütün olması çok önemli. Önceden bahsettiğim projelerde mevcut yapılan yapılara adaptasyon şeklinde cepheler yaptık, bir nevi cephe tasarımı yaptık. Bunu yaparken de aslında ilk etapta mimariyi baştan düşünüp iç mekandaki programatik kurguyla ilişkili bir cephe yapmaktı amacımız. Doğru proporsiyonlarda açıklıklar, gün ışığının doğru alımı... Cephe, Le Corbusier’nin deyişiyle modern mimarinin beş önemli noktasından bir tanesi, “Free Facade” dediğimiz. Artık cephe yapıdan ayrıştırılıyor ve bununla beraber son 20 senedir birçok mimaride farklı uygulanışını gördük. Cephe bir binanın ifadesi gibi; performans özellikleri, doğru izolasyon olması, doğru malzeme kullanılması, aynı zamanda nefes alıp verebilmesi...
Çok basit bir örnek vereyim. İçinde çalıştığımız bina tuğla, biz buraya XPS kullansak terleme yaratırız ve tuğlanın verimini alamayız. Ama biz burayı yaparken ekolojik bir sıva kullandık. Bursa’daki proje de örgü şeklinde bir cepheyi ele aldık, bir yandan da o örgünün açılımlarıyla beraber iç mekanda çok güzel bir ışık almaya başladı. Onların proporsiyonları ve oradaki kavislerin heykelsi olması bizim için çok önemliydi. Ona odaklanmıştık. S2OSB’de ise odak, baktığımızda tek bir dilin iki farklı programı içine alabileceği, değişken ve aynı zamanda homojen bir sistem olmasıydı. Orada performans olarak kapalıdan tamamen açığa kadar giden bir metal kabuğun, programı da ifade etmesiyle beraber aynı zamanda yeni bir estetik oluşturmasıydı amaç, o bölge için. Metal, endüstriyi simgeleyen bir malzeme; biz onu farklı işlevlerle farklı bir ürün haline getirerek metale bir nevi performans özelliği kattık. Bizim için cephe, binanın karakterini ve ifadesini ortaya çıkaran bir iletişim aracı oldu. Aynı zamanda Interia’da yaptığımız enstalasyon da yeni bir vücut dili oluşturmaktaydı. Oradaki dalgalanmayla beraber gün ışığını farklı şekillerde yayabilmek ve orada uzun yatayda figüratif bir enerjiyi ortada toparlamak üzerine bir yaklaşım.
Hem performans anlamında hem de fonksiyon ve estetik anlamda cephe önemli bir konu bizim için. Mimarinin iç mekan kurgusu ile cephenin bir bütün olması çok önemli. Biz sıfırdan bir proje yaparken planlamanın ve içerdeki programatik ilişkinin cephedeki iletişimiyle ilişkisine çok önem veriyoruz.
Bunu Japon mimarlar mükemmel yapıyorlar hakikaten. Ben de ilham alıyorum onların cephesine baktığım zaman. İçerideki mekanın bir nevi cepheye yansıtılmış halini görüyoruz. Bu ciddi bir ustalık gerektiriyor. Bunu her projede bir bütün olarak yapmak kolay olmuyor. Mesela Mardin’de de sanki dağ “carve” edilmiş gibi taşı parçalamıştık. Cam ve taşla bir kompozisyon ortaya koymaya çalışmıştık. Sakarya Kütüphanesi’ni yaparken sarmal bir hareket vardı. O hareket aynı zamanda gün ışığı alması gereken mekanları ve ortak kullanım alanlarını ifade etti. Bir yandan da dolu boş etkisi yaptı.
Biz bunu tasarlarken çevresel etkenlere de çok dikkat ediyoruz. Çünkü her arazi farklı. Her arazinin çevresiyle ilişkisi çok farklı, doğayla rüzgar anlamında, gün ışığı anlamında... Bunların en optimum şekilde kullanımını birtakım cephe danışmanı ve üreticilerle konuşarak kararını verdik. Bazı projelerde taşa odaklandık. Özellikle ofisimizin restorasyonunu yaparken ahşabı çok araştırdık. Cephede suya dayanıklı kestane, içeride ise maliyetten dolayı çam kullandık. Farklı projelerde yeni bir malzeme ön plana çıkabiliyor. Malzemenin hem mekânsal hem de fiziksel kurgusuyla neler yapabiliriz, nasıl farklı kullanabiliriz; bu bakış açısındayız.